Çarşiya Şewitî ve Zamana Direnen Söylence

Hakikat her zaman tarih sayfalarında saklı olmayabilir. Bazen bir kelime, bir isimlendirme hakikati ortaya koyar, geçmişle ilgili yaşanılanları açığa çıkarır ve bilinen tarihi alaşağı eder.

Çarşıya Şewiti de bunlardan biridir. Diyarbakır’ın hafızasında yer edinen,  beş  altı asırdır varlığını sürdüren bu çarşı, Diyarbakır’da yaşayanların hayatına şu ya da bu şekilde dokunmuş, insanlara umut olmuş, seyyahların ilgisini çekmiş eski zaman çarşılarından biridir.

 “Diyarbekir Çarşıları ile ilgili kayda değer bilgilerden biri 1655 tarihli ve büyük gezgin Evliya Çelebi’ye aittir. Evliya Çelebi kendi gözlemlerine dayanarak o yıllarda Diyarbekir’e ait 66 esnaf çarşısından söz eder. Ünlü gezginlerden J.S.Buckingam ise tarihi 1815’e endeksleyerek; ‘Pazarların üzeri gayet iyi örtülmüş, dükkânlar ahşap raflarla döşeli olup, mallar bütün özellikleriyle sergilenir. İmalatçıların başlıca hammaddesi ipek ve pamuktur. Şehrin çarşı esnafı; şal, el yapımı aletleri, her renkten pipolar, altın ve gümüş tabakalar yaparlar. 1500 tezgâh şal üretimi, 500 tezgâh pamuk baskıcısı, 300 deri imalatçısı, 100 demirci ve 50 pipo(ağızlık) yapımcısı vardır. Diyarbekir’de ilaç dışında bütün ihtiyaçlar kendi kaynaklarından sağlanır.’*

Bu çarşılardan biri olan Çarşıya Şewitî’nin asıl adını çok kimse bilmez, hatta neredeyse hiç bilinmez. Halk daha çok,  geçirdiği büyük yangından sonra çarşının adının Çarşîya Şewitî olduğunu bilir. Bu da 127 yıllık bir hikayedir. Çarşıya Şewitî, Kürtçe’de yanmış, küle dönmüş çarşı anlamına gelir. Bu gün hala varlığını sürdüren çarşının geçmişi Diyarbakır tarihinin de bir anlamıyla özetidir.

 “1895 yılında kadim Diyarbekir’in yüzyıllar süren ticari ve sanayi varlığı üç gün içinde adeta yok olur. Bu yok oluşun mekânsal adı kentin o tarihe kadar, tarihi sur içindeki ruhu olan çarşısıdır. O tarihe kadar her meslek mensubunun örneğin; Muhacirler, Helvacılar, Çilingirler, Demirciler, Neccarlar, Mutaflar, Aşçılar ve Eskiciler gibi kendi adlarıyla anıldığı mesleksel icraatlarını yürüttükleri toplu mekânsal varoluşun adı artık o büyük felaketle birlikte anılarak Kürtçe “Çarşîya Şewitî” (yanık çarşı) olmuştur.

O büyük yangında şehrin bütün hububat ihtiyacının pazarlandığı Saman Pazarı, Kazancılar, Kürkçüler, Saraçlar ve Uzun Pazar ya da Uzun Çarşı içindeki bütün hanlar, dükkânlar ve işyerleri üç gün boyunca için için yanmış ve herhangi bir müdahaleye de yeltenilmemiştir!”**

Kentin kalbi sayılan bu çarşıda yangının nasıl çıktığı, neden çıktığı tam olarak bilinmese de söylentiler ilginç tesadüflere işaret etmektedir.Yangın bir tesadüf sonucu çıkmamış, bütün söylentiler kundaklama ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Yüzlerce yıldır iç içe yaşayan farklı etnisite ve inanç gruplarına mensup esnafın birbirine karşı bu denli yakıcı bir eylemde bulunması, kendi aralarında bir husumet sonucu yangının çıkması olası çok ama çok zayıftır. Bu yangının arkasında çok daha organizeli planların olması kuvvetle muhtemeldir. Yaşanan siyasal süreç karanlık olaylar için müsait bir dönemdir. İttihatçıların azınlıklara, gayrimüslimlere hatta Kürtlere bakış açısı, politik yaklaşımları az çok biliniyor.

İşin ilginç tarafı 1895 yılına gelindiğinde halkla iyi geçinen o dönemin Diyarbakır Valisi Sırrı Paşa’nın İttihatçılar tarafından görevinden alınması sağlanıp, yerine zaman zaman yönettiği eyaletlerde halka karşı suç işleyen, mallarına el koyan, gayrimüslimlere kötü davranan, padişaha sık sık şikayet edilen, soruşturmalar geçiren ama her nedense sürekli kritik görevler verilen Halep Valisi Selanikli Enis Paşa atanır. Enis Paşa göreve oturur oturmaz, ne ilginçtir ki, Diyarbakır’da yaşayan bazı ailelerin, Ermeni ve Süryanilerin, Osmanlı karşıtlığı çerçevesinde bağımsız bir oluşum içinde oldukları ileri sürülerek çok sayıda şikayet telgrafı yazılmış, İstanbul hükümetinin dikkati çekilir.  Onlarca yıldır birlikte yaşayan, ticarette ortak olan, aynı sokağı paylaşanlar arasında bir kargaşa ve güvensizlik oluşturulma zemini oluşur.  İstanbul Hükümeti de azınlıklar, gayrimüslimler için bazı kısıtlayıcı önlemler almaya hazırlanır.

Diyarbakırlı Sarı Pişo arşivi.

Tam da bu tartışma ve karmaşa ortamında Diyarbakır Ulu Cami’nin dibinde inşa edilmiş eski çarşıda dükkanların birinde yangın çıkmış, yeterli müdahale edilmeyince kısa sürede yayılan alevler üç gün içinde çarşıyı kül etmiştir. O tarihte çarşı esnafının büyük çoğunluğunun  gayrimüslim olması da başka bir paradokstur. Çarşı uzunca bir süre kullanılmaz halde kalır, sonra vali değişikliğinden sonra yeniden  inşa edilir ve o tarihten sonra  adı Çarşiya Şewiti olarak söylenmeye başlanır.

Diyarbakır’da kullanılan iki tekerlekli yük arabaları.

Keza aynı çarşı, 20 yıl sonra yine benzer bir yangınla karşı karşıya kalır. “ Dr. Reşid 18 Ağustos 1914 tarihinde Diyarbekir Vilayeti’ne Vali olarak atanır. Vali Dr. Reşit göreve geldiğinin ikinci günü 19 Ağustos gece yarısı çarşının kuzeyinde yer alan zahire pazarında yangın başlar. Çok sayıda iş yeri kül olur, 1895 yılının tekrarı olan yangın bu kez sarsıcı sonuçlara neden olur. Çarşı esnafından gayrimüslimler göçertilir. Çarşı enkazı 3 yıl süreyle öylece yerinde kalır, sonra yeniden inşa süreci başlar.”***

Böylelikle bu gün Çarşiya Şewitî olarak bilinen alış veriş yeri karanlık hesapların görüldüğü, tarihsel süreç içerisinde iki kez tasfiyelerin yaşandığı siyasal bir argüman olarak varlığını sürdürür.1895  ve 1914 yıllarında yaşanan yangın ile ilgili ne etkin bir soruşturma yürütülür, ne de fail olarak birileri yargı önüne çıkarılır. Yangın mülk sahiplerine dert, kentte yoksulluk olup tarihe mal olur.  Adı da o günlerden sonra halk arasında Çarşıyê Şewitî olarak kalır.  Halk asırları bir cümleye, zamanı yanık bir çarşıya, medeniyeti taşlara, savaşın vahşetini bir dizeye sığdırır. Öylesine yalın, öylesine yakıcı dile gelir ki etkisi asırlar boyu sürer, zihinlere kazınır, efsane haline gelir. Kim gelirse gelsin, kim yönetirse yönetsin halk arasında konuşulanı silemez.

Bu nedenle tarih Diyarbakır’da kimi zaman kayıp bir ezgi , kimi zaman karanlığı parçalayan bir dize, kuçelerinde yankı bulan bir ses ve isyan dolu bir strandır.

“Olancası bir tutam can
Kadasına belasına sunduğum
Ben öleydim loy
Elim boş
Ayağım pusu”****

Gerek Çarşiya Şewitî ya da başka mekanlar kentin hafızasını oluştururken, bu gün sokaklar zamana ve büyük yangınlara direnerek varlıklarını sürdürüyor. Zaman zaman sokaklarında kaybolduğum, daracık yollardan geçtiğim Diyarbakır’da yaşanan deli dolu bir bahar gününün son saatlerinde kendimi Çarşiya Şewitî’ye bırakıyorum. Zihnimde halk arasında konuşulanlar uçuşup duruyor. Geçmiş  zamanın karmaşası içinde büyük yangından yükselen çığlıkları duyar gibi oluyorum.

Çarşının kalabalığında önce yön duygumu yitiriyor, çarşıda rastgele yürüyorum. Ben daracık sokaklarında ilerlerken, deli bir bahar, çıldırasıya yağan bir yağmur ve gürleyen gökyüzü geçmişle gelecek arasında beliren zamanı tamamlıyor.

Çarşı hala eski özelliğini korumaya çalışsa da, haliyle zamana karşı çok direnememiş, bazı meslekler çarşıdan silinmiş. İkinci el giyim satanlar, kilimciler, bakırcılar, ayakkabıcılar, şire dükkanları, hazır giyim satanlar yan yana, iç içe varlığını sürdürüyor. Eski demirci ustalardan eser yok. Ne dericiler var, ne de eski bakırcılar. Mistik yapısının giderek daha modern bir hal aldığı görülüyor. Eski çay ocakları, ciğer tezgahları artık  yerini cafe ve ciğer salonlarına bırakmış. Eskiden beri çarşının müdavimleri olan terzilerin sayısı da sanki azalmış gibi. Keza aynı şey, kumaşçılar içinde geçerli. Bunların yerini hazır giyim dükkânları almış.

Neyse ki çarşı hala varlığını sürdürüyor. Bütün yangınlara rağmen buranın esnafına, işçisine, müşterisine umut olmaya devam ediyor, daha çok dar gelirli ailelerin alışveriş yaptığı bir merkez olarak varlığını sürdürüyor…

Kaynaklar: 

*

**

 Şeyhmus Diken’ın  

“Ahım var Diyarbakır” Aras yy. Sayfa 24

Ve ŞehrAmed adlı kitaplarından…

***Yılmaz Kaya

Çarşiya Şewitî

Yeni Özgür Politika.

Wikipedia

****Ahmed Arif

Kuçe /Sokak

Stran /Halk ozanları tarafından okunan parça

Ortadoğu’nun mistik havasında bir Kuş Bazarı…

Urfa merkezde yaşayan çok sayıda insanın kuş merakından bahsetmek her zaman mümkün. Onlarca yıldır bu merak canlılığını koruyor ve kentle bütünleşmiş halde varlığını sürdürüyor.

Urfalıların kuş dediği aslında güvercin. Güvercinler vurgulanmadan, niye genel olarak kuş denilmiş bilmiyorum, sanırım diğer kuşlardan sayıca daha fazla oldukları için kuş demek daha mantıklı gelmiş olmalı diye düşünüyorum.
 

Şeyhmus Çakırtaş (2).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Bu kuş sevdası Urfa’nın sivil mimarisine de yansımış. Eski Urfa evlerinin hemen hemen hepsinde “teka” denilen kuş yuvalarını görmek mümkün…

Yani binlerce, on binlerce kuş hiçbir engelle karşılaşmadan eski Urfa Evlerinin tekalarında yuva yapma özgürlüğüne sahip.

Bu nedenle özellikle güvercin popülasyonu birçok kentte nazaran Urfa’da daha fazla. Bütün evlerin çatıları, ibadet merkezleri, buğday pazarları, su kanalları, okul çatıları güvercinler için doğal yaşam alanları olarak görülüyor.
 

Şeyhmus Çakırtaş (1).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Bu güvercinlerin çoğu yabani, cins güvercinler ise daha çok eski Urfa Evlerinin çatılarında yapılan daha büyük yuvalarda besleniyor. 

Durum böyle olunca Eski Urfa çarşılarında yıllar, belki asırlar önce kuş alışverişi yapan dükkânlar açılmış.
 

Şeyhmus Çakırtaş (8).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Bugün hala varlıklarını sürdüren dükkanlarda çeşit çeşit güvercinler alıcısını beklerken, bazı kahvelerde kuş mezatı da yapılıyor.

Haftanın belli günlerinde Kuşçular Kahvesi olarak bilinen mekanlarda mezat kuruluyor. Kuş meraklıları akşam kahveye gelip mezatı izliyor. Kuş satmak isteyen, almayı düşünen ya da merak eden herkes mezatta katılabiliyor.
 

Şeyhmus Çakırtaş (3).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Kahvenin orta yerine yerleştirilen masa çevresinde oturan kuş severler çayını yudumlarken mezat başlıyor ve çığırtkan satılacak güvercini eline alarak fiyatını yüksek sesle söylüyor.

Alıcılar fiyat vererek açık artırma ile kuşu satın alabiliyor. Kuşların fiyatları niteliklerine göre değişiyor. 20 TL’ye de kuş var, 5 bin TL’ye de. Yani kuşun özelliği, cinsi, fiyatını belirliyor.
 

Şeyhmus Çakırtaş (5).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Ayrıca, Kuşçular Kahvesi’nin çevresinde, Cinciklı Hamam denilen bölgede daha önceleri haftada bir pazar günleri yerel kuş bazarı kurulur, sokak çeşit çeşit kuşun sergilendi bir alana dönerdi.

Koronavirüs salgını nedeniyle 2019 yılının ortalarında bazar kurulması sağlık nedeniyle kaldırılırken, korona yasakları birazcık hafiflediğinde kuş bazarı için Harran Kapı civarında yer gösterildi.
 

1rudaw (1).jpg

Fotoğraf: Rudaw 

Bir süre Harran Kapı çevresinde kurulan semt pazarında kurulan kuş bazarı, burada da tutunamayarak daha uzak bir noktaya, şehir dışına itildi.

Şimdilerde Urfa’nın en güneyinde, şehrin bittiği Eyyubi’ye Toplu Konut Bölgesi’nin bitiminde öylesine bir yerde, toz ve toprak içinde varlığını sürdürüyor.
 

Şeyhmus Çakırtaş (10).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Onlarca kuş sever, her pazar burada bir araya gelerek, kuş alış verişinde bulunuyor. Günün erken saatlerinde hareketlenen pazarda çeşit çeşit kanarya, bülbül ve değişik değişik güvercinler sahipleri tarafından satışa sunuluyor.
 

rudaw.jpg

Fotoğraf: Rudaw

Sadece kuş da değil, kümes hayvanları, döğüş horozları, tavşan da bulmak mümkün.

Uzak semtlerden, ilçe ve çevre illerden gelenlerin ilgi gösterdiği bazar bir itilmişliğin, kenara konulmuşluğun ifadesi olarak varlığını sürdürüyor.
 

Şeyhmus Çakırtaş (6).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Bazar yeri seçimini kim, nasıl yapmış bilmiyorum. Bazar olduğuna dair herhangi bir levha bile yok. Öylesine ve atıl bir boş arazi kendiliğinden kuruluyor.

Sosyal donat açısından herhangi bir hizmet söz konusu değil. Her şey kuş severlerin kendi imkanlarıyla oluşturulmuş. Ne bir gölge, ne de bir WC var.
 

Şeyhmus Çakırtaş (4).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Zemin toprak olduğu için toz kaçınılmaz bir sonuç. Güneş hem insanları, hem de satışa sunulan hayvanları fazlasıyla yakıyor.  

Sanırım kuş bazarı ekonomik değeri önemli görülmediği için gözlerden uzak bir yere sıkıştırılmış. 
 

Şeyhmus Çakırtaş (7).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Suriyeli sığınmacılardan da ilgi gösterdiği bazar tipik bir eski zaman kesitini hatırlatıyor. Buraya gelenlerin arasında üç yaşlarında çocuklardan tutalım yetmiş yaşına kadar insanlar var.  

Babalarıyla bazara gelen çocuklar en çok renkli kuşlara ilgi gösteriyor. 
 

Şeyhmus Çakırtaş (9).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Bazarda dolaştığım sürece hiç kadın görmedim. Ne satıcılar arasında, ne de alıcılar arasında kadın gözüme ilişmedi.

Pazarın uzak ve tenha olmasından kaynaklı mıdır, yoksa kuşlara merak salanların çoğunun erkek olmasından kaynaklı mıdır, bilemem ama kuş pazarında kadın hiç görmedim. 
 

Şeyhmus Çakırtaş (12).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Burası tipik bir Ortadoğu bazarı. Kürdü, Türkü, Arapı bir arada, herkes kendi dilinde alış verişini yapıyor, birbirini yeterli düzeyde anlıyor, siyasetlerin ötesinde ticaretin ortak dilinde buluşuyor.
 

Şeyhmus Çakırtaş (14).jpeg

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Ne ilginçtir ki Ortadoğu’nun deri koltuklu meclisleri bu bazar kadar bile birbirine tahammül edemiyor, sorunlarını tartışamıyor, bir arada yaşama becerisi gösteremiyor.

Bu nedenle sanırım her meclise barışın sembolü beyaz güvercinlerden gerek. Güvercin kanat çırptıkça sükûneti ve barışı hatırlatsın ki meclisler de bir bazar gibi renkli olsun.

Güneş tepeden yakıcılığını artığında bazar yavaş yavaş dağılma eğilimi göstererek toplanma sürecine giriyor.

Seyyar satıcılar, kuş esnafı ve kuş severler dağılmadan bir sonraki hafta tekrar buluşmayı örgütleyerek, asırlardır süren merakı canlı tutmaya devam ediyor.

Zorunlu bir açıklama

Sevgili dostlar bir süredir www.3uncugoz.com adlı sitemiz yayında değil. Yaklaşık 20 gün önce sanal bir saldırı sonucu çalıştığımız firmanın bilgisayarları yandı, bu nedenle başta bizim site ve daha başka siteler tamamıyla çöktü. Ne yedekler kaldı, ne de kullanabilecek bir demo. Bu nedenle 20 gündür yayında değiliz. Şimdiye kadar geri getiririz diye umut ediyordum ama maalesef şu ana kadar geri alamadık. Sİte tümden buharlaştı. Yeni bir site için de araştırmalar yapıyoruz. Eğer işin bütçe kısmı bizi çok aşmasa yeni bir site için çalışıyoruz. Bir süre daha www.3uncugoz.com kapalı olacak. Bu bizim tercihimiz değil. Maalesef kötü bir sonuç. Şimdilik gelen yazıları bekletiyoruz. Kendi yazılarımı ise www.seyhmuscakirtas.com adlı kişisel blogdan yayınlıyorum. Zaman zaman farklı arkadaşlarını kişisel blogdan yayınlamayı düşünsem bile bu çok amacına hizmet etmez. Bu nedenle şimdilik zorunlu bir ara veriyoruz. Umarım bu durum çok uzun sürmez ve yeniden sizlerle www.3uncugoz.com ‘da vasıtasıyla haberleşiriz.

Selamlar, saygılar.

3.Göz

Genel Yayın Koordinatörü Şeyhmus Çakırtaş.

Zamana direnen mekan: Gümrük Hanı

Zamana direnen mekan: Gümrük Hanı

Çoğu zaman fotoğraf çekmek, dinlenmek, soluklanmak için uğradığım Urfa Gümrük Hanı bana hep Ortadoğu’nun mistik havasını hatırlatır. Bazalt taşı ve Urfa’nın işlemeye müsait kalker beyaz taşından yapılan hanın avlusuna girdiğim gibi zihnim tarihsel olayların canlandığı bir sahneye döner. Kimi zaman savaş meydanları belirir, kimi zaman göç yolları öne çıkar. Belli belirsiz at kişnemeleri, kılıç şakırdamaları, sokak çatışmaları ve  sancılı ayrılıklar belirir. En köşede bir yolcu hoyrata başlar, aşkın derin sancısı ortalığı titretir, zaman eski çağlarda kendini yeniden var eder.

Oturduğum yerden nereye baksam bir hikaye, belki de Ahmet Arif’in dediği gibi “nereye dokunsam bin ah işiteceğim” cinsinden. Hele şu zamana direnen, alın teri ve binbir  emekle şekillenen taşlar var ya, sanki çağlar ötesinden sesleniyorlar. Hangi taşı kaldırsan bir yaşanmışlık, bir mitolojinin izi bulaşır günümüze. Belki bu nedenledir bütün acılar, yaşanmışlıklar, dokunuşlar saklıdır taşlarda. Öylece orada bekler, dururlar. Ta ki biri dokunana kadar.

Her mekanın kendine has bir estetiği var. Bu estetik, zamana direnir, çağlar sonrasında bile ilk günün ruhunu üzerinde yaşatarak dikkatleri üzerine çeker. 500 yıl dile kolay. En değme beton binanın ortalama ömrü 50-60 yıl olduğu düşünülürse Urfa’daki Gümrük Han müthiş bir dayanaklığa sahip. Kaç savaş gördü, kaç deprem atlattı bilinmez. Görünen, bilinen hanın zamana direndiğidir. Hem taşın zarafeti, hem de taş ustalarının marifetleri hanın duvarlarında vücut bulmuş…

Evliya Çelebi’nin Yetmiş Han olarak bahsettiği, zaman zaman kullanılan bazalt ve beyaz kalker Urfa taşından dolayı, Alaca Han da denilen kervansarayın, 15. yy sonuna doğru inşa edildiği kitabelerden anlaşılıyor. İnşa edildiği günden sonra bir ticaret merkezi haline gelen kervansaray uzun süre Ortadoğu’nun cazibe merkezi olarak tanındı. En uzak diyarlardan tüccarlar geldi; ipek kumaş, el dokuma halılar ve çeşit çeşit baharatın pazarlandığı bir alana döndü. Tüccarların konakladığı ve aynı zamanda mal alış verişlerinin yapıldığı bir yere döndü. Zamanla çevresinde çok sayıda han yapılsa da Alaca Han’ın cazibesi değişmedi, zamana direnerek bu güne kadar geldi.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Urfa genelinde kurulan 30 hanın içinde yer alan hanlardan biri olmasına rağmen, diğer hanlardan ayrılan bazı özellikleri var. Han olarak ifade edilse de asırlarca Kervansaray olarak kullanılmış, kentte gelenlerin barınma sorununu çözmüş. Ve aynı zamanda hanın altında Boyaxhane ve Değirmen olarak kullanılan bir çarşı daha var. Bu çarşının varlığı uzun yıllardır bilinmesine rağmen şimdiye kadar kimse bu konuda bir araştırma ve çalışma yürütmemiş. Bazı yerel tarih araştırmacıları varlığını birkaç yerde dile getirse de yer altı çarşısı pek dile gelmemiş. Bu yeraltı çarşısının Gümrük Han’ın bir devamımı yoksa bağımsız bir çarşı mı olduğu çok belli değil.

Fotoğraf: Mehmet Sadık Alican.

Sanırım bu konuda yeterince araştırma yok. Bu gün içinden su geçen çarşıda boya atölyesi ve değirmen olduğu düşünülen bölümler ve uzun koridorlar mevcut. Yer altında olmasına rağmen oldukça ihtişamlı görünen çarşı şimdilik tarihsel uykusuna devam ediyor. Urfa Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın  Biriminde çalışan Mehmet Sadık Alican tarafından fotoğraflanan yapı, oldukça mistik bir görüntüye sahip. Hanlar bölgesi olarak da bilinen alanın altında ayrı bir tarihi çarşının olması ve bu çarşının içinden su akması ise ayrı bir paradoks. Belki bir gün hanlar bölgesinin altında yer alan tarihi çarşıda gerekli araştırmalar yapılıp, bu günkü çarşıyla irtibatı sağlanır umudu taşıyarak, Gümrük Han’ın nemli havasında geçmişle gelecek arasında mekik dokuyor zihnim.

Mehmet Sadık Alican

Gümrük Han,  geçmişle günümüzü harmanlayarak varlığını sürdürüyor. Yer altı çarşısını düşünmesek iki kattan oluşan hanın,  zemin katı avluya açılan geniş bir avludan ibaret. Balıklıgöl Havzasından akan su bazalt taşlardan yapılan kanaldan hanlar bölgesine akıyor. Daha önceleri balıkların içinde yüzdüğü kanal eski özelliğini kaybedeli yıllar olmuş. Ne acıdır ki, üzerinde asırlık çınar ağaçları da yakın tarihte kesilmiş. Oysa o ulu çınarlar hanın birer parçası ve geçmişin canlı tanıklarıydılar. Kim, hangi nedenle kesti bilinmez ama şimdi iki masa daha fazla yer açılsın mantığıyla, hanın geleceği şekillendirilmeye çalışılıyor.

Zemin katta iki büyük kahvehane ve çok sayıda ciğerci, dönerci ve tatlıcı var. İkinci kat ise halen eskinin izini takip eden terzi esnafının dükkanlarından ibaret.

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Kaçak çayın inanılmaz çekiciliği ve asırlardır değişmeyen mırranın eşsiz tadı, menengiç kahvesinin kokusu, soğukta yükselen buğusu hanın atmosferinde birbirine karışırken, geçmişin hikâyeleri canlanıyor hanın taş duvarlarında. Hanın temel işlevi ticaret olsa da, kültürlerin buluşma alanı olduğu da belli oluyor. Ortadoğu’dan gelen kervanların, Asya’dan gelen tüccarların, Avrupa’dan gelen gezginlerin, tütün ve canlı hayvan tüccarlarının buluşma noktası olduğu anlatılıyor.

Mehmet Sadık Alican

Çok değil, iki üç yıl öncesine kadar her köşesinde dama ve domino  oynayan yaşlılar görülürken, bu gün daha çok yerli turistlerin uğrak yerine dönmüş. Buranın bir çok yaşlı müşterisi corona illetinden dolayı ya hayatını kaybetmiş ya da alışkanlıklarını değiştirmiş. Gümrük Han’da her türlü ticaret zaman içinde değişse de değerli taşlardan yapılan tespih tezgahları eski zamanlarda olduğu gibi varlığını korumuş. Bir çok tesbih satıcısı sabah erkenden gelerek hanın içinde küçük masalara tezgah açar, tesbih tamir eder, kehribarın hikayesini anlatır, kaçak sohbetlerle sınır hattında yapılan kaçakçılık yad edilir.

Şeyhmus Çakırtaş

Kim bilir kaç yaralı yürek buralarda soluklandı, tarihin akışkanlığında kavruldu ve aşkın ateşinde yandı.

Buralardan kimler geldi, kimler geçti ? Mırranın acısı da boşuna değildir hani. İsot tadında bir acayiplik şimdilerde. Dicle’den Fırat’a, Fırat’a Basra’ya akan bir zaman gibidir buralarda yaşam. Duvarlarında saklı aşklar ve insanın yüreğine dokunan yaşanmışlıklar dile gelir görünmez dengbejlerin dilinde.

Sürgün yemiş kimliklerin ve savrulmuş zamanların mekanıdır Gümrük Han. Eski ile yeninin derin kavgasında var olma mücadelesi veren kadim bir eski zaman çarşısıdır.

Bol menengiçli bir Kürt Kahvesi, sonra da demli bir çay lütfen, tarihin akışkanlığına kafa tutan cinsinden. Arap çöllerinde kaynayıp, kokusu buraya kadar gelen mırrayı da unutma, bir Türkmen hoyratı eşliğinde olsun. Sonra bir Ermeni taş ustasının cümbüşünde dile gelen hasretlik ezgisi duvarlarında yankılansın usulca…