Gördün mü, sonunda sen de mahkum oldun, hem de yıkılmaya!

        

Ceza evi yatmış bir insan, kapısına kilit vurulan bir hapishanenin ardından ne hissedebilir, ya da ne yazabilir? Kalın duvarlardan ibaret olan cezaevinin kapatıldığına sevinir elbet. Nihayetinde herkeste kötü duygular yaratan, özgürlükleri kısıtlayan,  ömür tüketen binanın boşatılmasına üzülecek değil ya. Sevinir, hem de çok sevinir ama şunu da bir dip not olarak yazar bir kenara:

 “Gördün mü, sonunda sen de mahkûm oldun yıkılmaya? Oysa soğukluğun yorardı insanı, hüzündü duvarların ve her yönüyle yürek çatlatırdın. Koğuşlarında zaman karanlıktı ve takvim yaprakları sessiz sedasız düşerdi keder denizine. Hasretlik kokardı havalandırman, duvarların nefes kesici, mevsimler ise hep aynıydı duygusuz, renksiz ve soğuk. Akşam sancılıydı günün son ışıklarında. Geceleri hamam böcekleri çıkardı dolaşmaya ve yatan mahkûmların üzerlerine pat pat düşerdi tavandan. İnsanın ömründen çalardın, havalandırmada volta atarken, bütün yolların kalın duvarlarda son bulurdu. Sonrası insanı yaralayan tel örgüler ve gökyüzünü insana karartan yasal mermiler. Artık saltanatın son bulmak üzere.  Zannetme ki üzülüyorum böyle bir sona,  sevinemiyorum da. Böyle olmamalıydı sonun. Yitik zamanların hesabını bir bir vermeliydi kalın duvarlar.”

Bu satırları yazmama neden olan Mart  2023 tarihinde Adalet Bakanlığınca kapatılma kararı alınan Urfa E Tipi Kapalı Cezaevi. Uzun bir zaman diliminde kentin her kesiminde anısı olan tatsız, tuzsuz, acılarla özdeşleşen soğuk bir bina. 54 yıl boyunca yüzlerce tutuklu ve hükümlüye zorunlu ikametgâh olan cezaevi şimdilerde derin bir sessizlik içinde,  yıkılacağı günü bekliyor. Koğuşlarında güvercinler uçuşuyor, demir kapıları kırılmış, hatta yerinden sökülmüş. Koridorları, kalın duvarları, demir parmaklıkları geçmişin karanlık günlerini hatırlatıyor olsa da artık hapishane vasfını kaybetmiş, daha çok savaştan çıkmış bir binayı andırıyor. Duvarları yorgun, demirleri paslı ve karanlık. Koridorları, koğuş ve hücreleri, yüksek duvarları çevreleyen dikenli telleri ise hala kasvetini koruyor. Işığın hüzünlü seremonisi koğuşların karanlığını parçalarken, yaşanmışlıklar cezaevinin beton duvarlarında çığlık çığlığa dile geliyor.

54 yıl boyunca bu duvarlar neler gördü, neler? Kimler geldi, kimler geçti bu demir kapılardan? Kaç çığlık kalın duvarlara çarparak yürek parçaladı? Kaç insan burada çürüttü ömrünü? Kaç masum bu duvarların kahrını çekti, ya da kaç katil cezasını buldu, bu soğuk ortamda?

Bilinmez, sayısı tahmin bile edilmez. Nereye baksan geçmişin karanlık çelişkisi. Akla kara gibi. Suç, ceza, masumiyet karinesi burada aynı kantarda.  Soğuk duvar, demir kapı ve usta ozan Ahmet Arif’in dediği gibi kör pencere. Oysa hapsedilen insandı, dolayısıyla insanla birlikte alı konulan zamandı. Zamanı bir mekâna sığdırmak, insanı dört duvar arasına mahkûm etmek tuhaf bir duygu. Suça bulaşıp, cana kastedenle,  masum olanın bir çuvala konulduğu yer. Burada cezasını bulanlar da vardı,  masum olup duvarlarda ömür çürüten de. Suç ve nihayetinde ceza kavramının somutlaştığı soğuk bir binaydı.

Cezaevi meselesine insan durduğu yere ve sahip olduğu konuma göre bir anlam yükler. Hükmedenlere göre cezaevi suçluların, azılı katillerin, isyan edenlerin tutulduğu yerdir. Çünkü kuralları hükmedenler belirler. Oysa bilinir ki sadece suçlu olanlar değil; haksız, hukuksuz yere suçlananlar da kapatılır dört duvar arasına. Yıllarca kalan da olur, suçsuzluğu bir şekliyle görülüp serbest kalanda. İşte masumlar için cezaevi derin, karanlık  ve soğuk dipsiz bir kuyudur.

Urfa E Tipi Kapalı Ceza evi  2023  yılının mart ayına kadar, demir kapıları vakitli vakitsiz açılıp kapanan, koğuşları sürekli dolup taşan bir hapishaneydi. Tam tamına 54 yıl boyunca değişik suçlardan yargılanan tutuklu ve hükümlü burada hapis yattı. Siyasi davalardan tutalım, cinayet davalarına kadar her türlü şüpheli ve hükümlünün hapsedildiği bir yer oldu. Bu nedenle sorunlar yumağıydı. Personeli de dertliydi, mahkûmu da. Kimi zaman idare baskısı yatanları isyan ettirdi, kimi zaman iklim şartları. Karanlık koridorlarında işkence gören de oldu, personeli ilk fırsatta şişleyen de.

Bu açıdan biraz dışarıya benziyordu. Güçler arasında süren çatışmanın daha dar ama bir o kadar yakıcı modeliydi.  Adaletin güçle alakalı olduğu bir ortama sahipti. İdare her şeyi zapt u rapt altına almayı varlık nedeni olarak görüyor, demir kapıları daha da güvenli hale getirerek kendince sorunları çözüyordu.  Mahkumlar ise kendilerine göre yaşamak, kuralları esneterek  içerde varlıklarını sürdürmek istiyorlardı. Çok da başarısız değillerdi.  İki taraflı bir fiziksel güç gösterisi ortamı zehirliyor, sorunları tetikliyordu. Bu nedenledir ki ceza evinde isyan, yangın ve intiharlar hep yaşandı. İdarenin tutum ve baskıları şikâyet konusu, koğuş ağalığı cezaevi idaresinin paralelinde varlığını sürdürdü.

İşkence ve kötü muamele gören tutuklu ve hükümlü, şiddet gören, mahkûm ya da yakınları tarafından darp edilen, öldürülen personel de oldu. Gerçek şu ki bütün zamanlarda mahkûmlar koşullardan, idare mahkûmlardan şikâyetçi oldu. Parası, arkası, torpili olan mahkûm da, personel de burada kendine göre bir dünya yarattı. Gücü, arkası, torpili olmayan ise cehennemi yaşadı. Urfa E Tipi Cezaevin gerçekliği buydu. Dolayısıyla tutuklu ve hükümlülerin ölümü, intiharı, işkence gördüğü kayıtlara geçti.  2010 yıllarında cezaevi koşullarını protesto etmek için siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklanan bir genç kendini yaktı. Ardından 2011 yılında küçük çaplı yangın ve isyan çıktı. 2012 yılında ise daha korkunç ölümlü olaylar yaşandı, koğuşlar yandı. 2013 yılında yine yangın ve 2022-23 yıllarında ise uyuz salgını baş gösterdi.

İçerde ve dışarda şikâyetler artınca, devreye insan hakları örgütleri, baro girerek cezaevinin koşullarını dile getirdiler. Zaman zaman il insan hakları izleme kurulu dahil bir çok heyet cezaevinde incelemelerde bulunarak, raporlar hazırladı. Ziyaret ve şikâyetler devam ederken şiddetli depremler, ardından sel yaşandı. İki ay sonra Adalet Bakanlı sürpriz bir şekilde cezaevinin boşatılmasına karar vererek, tutuklu ve hükümlüler başka cezaevlerine nakledildi.

Böylelikle 54 yıl boyunca cezaevi olarak kullanılan binanın kapıları bir daha açılmamak üzere kapandı. Bina arsasıyla birlikte  Ak Partili Eyyübiye Belediyesine devredildi. Aradan bir yıla yakın zaman geçmesine rağmen cezaevi  binası terkedilmiş bir halde yerinde duruyor. Binanın ne zaman yıkılıp, yerine ne tür bir proje yapılacağı kesin olmamakla birlikte millet bahçesi ve bazı sosyal donatların yapılacağı sızan bilgiler arasında.

Oysa Urfa’nın yakın tarihine damgasını vuran, hemen hemen herkeste şu da bu şekilde anısı olan cezaevi binasının bir kısmının, insan hakları müzesi ve toplumsal hafıza merkezi olarak kalması geçmişler gelecek arasında bağları doğru kurmak açısından önemlidir. Hükümetin meseleye bu açıdan bakmadığı, müze fikrinin hiç gündeme gelmediği yürütülen tartışmalardan anlaşılıyor. Oysa Urfa için bu bir fırsattır. Müze fikri tartışılmalı, cezaevi toplumsal hafıza merkezi olmalıdır diye düşünüyorum.

Cezaevinin zihinlerde bıraktığı çok sayıda acı olay olsa da,  en bariz ve sarsıcı vaka  2012 yılında yaşandı. Adına ister isyan, isterse ihmal deyin; 12 yıl önce cezaevinin yetişkin ve çocuk koğuşlarında birer gün arayla çıkan yangınlarda çoğu çocuk 17 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda tutuklu ve hükümlü yangından ciddi biçimde etkilendi. Cezaevi idaresine göre bu olay sıradan bir yangındı, tanıklara göre ise cezaevinin gayri insani koşullarına karşı kendiliğinden ortaya çıkan bir tepki. Yaşanan olay sonrası cezaevi koşulları düzeltileceği söylense de saha da bir çalışma görülmedi. Sadece bazı mahkûmlar başka cezaevine sürgüne gönderdi ya da birkaç personelin yeri değiştirildi.

Bütün bu tartışma sürerken, Adalet Bakanlığı kentin kuzeyinde, Hilvan ilçesine yakın bir konumda devasa bir cezaevi kampüsü inşaatına başladı. Üç büyük cezaevinden oluşan kampüs cezaevi, 2016 Mayısında yasadışı örgütsel faaliyetlerde bulundukları iddia edilen tutuklu ve hükümlü kabul etmeye başladı. Herkes Urfa E Tipi Kapalı Cezaevinin tümden yeni kampüs cezaevine taşınacağını düşünürken,  sadece adli davalardan yargılanan tutuklu ve hükümlü kabul etmeye devam etti. Ne koğuşların kalabalığı, ne de yaşanan yangın kimsenin hatırında bile değildi.

Geçen yıl kapatılma kararından sonra bina önce askeri görüntüsünden kurtuldu, demirden yüksek nöbet kuleleri söküldü. İdare tarafından önemli görülen evrak ve araç gereçler toplandı. Geride mahkumlara ait  bazı eşyalar,  cezaevi iç yazışmaları, mahkûm mektupları, görüş tutanakları ortalıkta kaldı. Sessizliğe gömülen bina artık hurdacı, hırsız ve meraklıların ilgi odağı olur. Gündüz onlarca kişi ziyaret için cezaevinin kapısına dayanır.

Özellikle burada hapis yatanlar, tutuklu ve hükümlü aileleri büyük bir merakla binayı yıkılmadan son kez görmek için görüşe gelir gibi,  demir kabının önünde birikerek, içeriyi ziyaret etmek isterle Kimi zaman ziyaret mümkün olur, kimi zaman eski cezaevi ziyarete kapatılır.

Ben de cezaevinin boşaltıldığını duyunca, 1998-99 yıllarında beş ay gibi  bir süre siyasi nedenlerle tutuklu olarak kaldığım koğuşu görmek ve binanın son günlerini fotoğraflamak için ziyaret ettim.

Cezaevinin demir kapısından yıllar sonra bu kez kendi isteğimle içeri girdiğimde tuhaf bir duyguya kapıldım. Nefesim bir kez daha daraldı ve binanın iç karartıcı renginde göğsüm sıkıştı. Geçmişe, yeniden o soğuk geceyi yaşadım.

 “Devasa demir kapıdan zırhlı araçlarla gece yarısı cezaevine getirildik. Cezaevinin dış duvarlarında bulunan projektörler gözlerimizi kamaştırırken, binanın iç kapısından içeriye alındığımızda bizleri karanlık bir ortam ve cezaevinin soğuk yüzü karşılamıştı. O yıllarda bir öğretmen olarak sendikal faaliyetlerde, basın açıklamalarında toplumsal sorunlar ve demokratik taleplerde bulunmanın bedelini İnsan Hakları haftasında  “törör” şüphesiyle tutuklanarak ödüyordum. Arama, detaylı arama faslından sonra vesikalık fotoğraflarımızı çekilerek, artık ömür boyu boynumuzda asılı duracak yazılar hazırlandı. İşlemler ardından yarı loş koridorlarda ard arda şebeke denilen birkaç  demir parmaklıklardan geçerek, boş bir odaya yerleştirildik. Odada ranzalarda bulunan kirli şilteler dışında göze çarpan bir şey yoktu.  Uzun gözaltı sonrası o gün oracıkta yorgunluktan kendimizden geçerek uyumuştuk. Sonra sabahın köründe, henüz gün ışımadan demir kapıların şakırdayan gürültüsünde  “ne oluyor” demeye vakit bulamadan irkilerek uyandık. Artık cezaevindeydik. Öyle kendimize göre davranmak mümkün olmayacaktı. Gardiyanlar sabahın köründe demir mazgalı açarak, ekmek diye bağırınca günlük ekmek iaşemizi almamız gerektiğini öğrenmiş oluyorduk.”

O günlerde yaşadıklarım zihnimde bulanıklık yaratırken,  koridorlarda bağrışmalarından geçmişten sıyrılarak ,  ana döndüm.

Neyse ki girişte ne elleri tetikte bekleyen askerler, ne gardiyanlar vardı. Bir iki belediye yetkilisi dışında ıssızlık ve terk edilmişlik göze çarpıyordu. Yerlerde bulunan cam kırıkları arasında içeriye ilk adımı attığımda çok sayıda evrak ve dosyanın koridorlarda etrafa savrulduğuna hayretler içinde tanık oldum.

Gözlerim karanlık koridorların loş ışığına alışınca ilk olarak kapalı görüş kabinlerine dikkatlerimi çekti. Ziyaretçi defteri görüş kabinin koridorunda, sayfaları açık halde, son kayıtlar 2023 yılının mart ayını gösteriyor. Bu kabinlere gelmek, burada sevenleriyle konuşmak öyle kolay değildi. İçerdekiler ve dışardakiler çok sayıda kapıdan geçerek, gelebiliyordu buraya. Görüş kabini demir parmaklıklar arasında yerleştirilen ses geçirmeyen kalın cam bölmeden ibaretti. Görüşe gardiyan eşliğinde gelinir,  telefon ahizesi ile kalın camlar arkasından görüşülürdü. Görüş yerinin iç kısmı karanlık, görüşçü kısmı ise az da olsa aydınlıktı. Tutuklular dışardaki ışığın içinde görüşmecilerinin yüzlerini pek seçemez, ancak seslerini duyardı. Aynı şey dışardakiler için de geçerliydi. Karanlık içinde gölge oyunu gibi siluetler çıkardı ortaya. Anlayacağınız ses ve gölge dışında sahici olan bir şey yoktu. Karanlık her şeyi yutuyordu sanki.

Yetişkin kadın, erkek ve çocukların tutulduğu koğuşlar dışında oda ve tek kişilik hücrelerden ibaretti. En altta yer alan bodrumda ise Hilton diye tanımlanan gayri resmi karanlık hücreler olduğu söyleniyordu. Buraya genellikle idareye göre “uslanmayanlar” alınır, bütün hayattan tecrit edilerek, ceza içinde ceza çektirilirdi.

Koca cezaevinde her yeri gördüm ama beş ay kaldığımız 2. Odayı bayağı arasam da bulamadım. Anlaşılan o ki cezaevi birkaç tadilattan geçmiş ve E Tipi cezaevi olmuştu. Tam olmasa da tahmini kaldığımız odaya benzer bir koğuşta birkaç fotoğraf çekerek, geçmiş yılları yeniden yaşadım. Cezaevi kaldığım tarihten sonra çok kez fiziki olarak değişmiş ve yeni bir çehre kazandırılmış olduğu anlaşılıyor.  

Binanın kasvetli yapısını, karanlık koridorlarından ve demir pencerelerinden süzülen ışık huzmelerini fotoğraflamaya çalışırken; o yılların uğultusu, demir kapının sinir bozucu sesi zihnimde yankılandı, yeniden canlandı. Cezaevinde demir kapı hem hüznü, hem de sevinci barındırır. İçerden açılmayan kapı ve mazgal sesi geldiğinde insan önce irkilir, sonra merakı depreşir. Gelecek güzel bir haber, avukat görüşü ya da dışardan gelen mektup,  koğuşun atmosferini değiştirir, sevinç dalgası yayılırdı. Tahliye haberi ise alkışlarla karşılanır, bütün koğuş sevinçle ayaklanırdı. Ya kesilen cezalar, ya insanın üzerine kapanan o soğuk kapı, işte o an koğuşta matem havası yayılır, hasretlik kalın duvarlara çarpardı.

Cezaevinin karanlık koridorlarında gezinip, fotoğraf çekerken; çocuk koğuşu tabelasını görünce duraksadım. Çıkan yangın haberleri zihnimde canlandı yeniden. Burada çocuklar ateşin yakıcı etkisiyle kendilerini dışarı atmaya çalışmış ama demir kapı ve kalın duvarlar geçit vermeyince çırpınarak, dumandan ölmüşlerdi.

Duraksadım,

sustum,

İçim daraldı, fotoğraf çekmeyi bırakarak kendimi dışarı attım. Kulaklarımda insan çığlıkları, zihnimde demir kapı gürültüsü, yüzümde ses geçirmez kalın beton duvarların soğukluğu cezaevinden hızlıca uzaklaştım…

2 thoughts on “       Gördün mü, sonunda sen de mahkum oldun, hem de yıkılmaya!

Yorum bırakın