Kars’a seyahat edenlerin çoğunlukla ziyaret etmek istedikleri Ani Harabeleri son yılların en popüler ören yerleri arasında yerini aldı. Şubat ortalarında Kars’a seyahat etmişken harabeleri görmek, gezmek ve fotoğraflamak için Ani’ye doğru yola çıktığımda, ören yeri ile ilgili doğru dürüst bilgi sahibi değildim. Kıyıda köşede okuyup, duyduklarımın dışında bildiğim yoktu. Bu nedenle seyahat öncesi tüm bildiklerimin üzerine sünger çekerek; tarihi kalıntıları yerinde görmek, geçmişle günümüzü kıyaslamak istedim. Elimde ne bir broşür, ne de yanımda rehberlik edecek birileri vardı. Her şeyi doğalına bırakarak biraz tarih, biraz gözlem ve çokça fotoğraf çekerek bin yıllık süreci anlamak istedim. Ani Harabelerini gezerken, hikâyesinde kayboldum, yıkıntılarına üzüldüm, taş ustalığına hayran kaldım. Tarihin parlak kentlerinden biriyken; terk edilen, baykuşlara yuva olan kadim kentin kederini gördüm, hikâyesinin izini sürerek, yazıyı kaleme almaya çalıştım.
1001 kilise veya 40 kapılı şehir olarak bilinen Ani Antik Kenti, Kars’ın güneydoğusunda yer alır. Çağlar boyu birçok istilaya uğrayan Ani, Arpaçay Vadisini gören yüksek bir konuma inşa edilmiş. 78 hektar alan üzerine kurulu kentin ilk sakinleri Urattular olmasına rağmen süreç içinde çok kavim görmüş, savaş ve istila nedeniyle pek çok kez el değiştirmiş.
933 yıllarına gelindiğinde Ermeni Bagraduni Hükümdarları Tarihi İpek Yolu üzerinde Ani adında müthiş bir kent inşa ederek tarihe geçtiler. Çok sayıda kilise, han, hamam, çarşı yaparak ticari ve dini avantajları kullandılar. Dönemine göre oldukça parlak, çağdaşlarına göre canlı, stratejik ve kutsiyeti olan bir şehir yarattılar. Giderek zenginleşen, ticaret merkezine dönen, nüfusu artan kent haliyle dikkatleri üzerine çeker. Önceleri irili ufaklı saldırılar zamanla savaş ve istilaya döner. Yönetimler düşer, kent bir çok kez el değiştirir.
Tarihteki adıyla Ani, bugünkü ismiyle Ocaklı Köyü sınırları içinde olan kent, 1522 metre yüksekliği olan bir arazi üzerinde kurulmuştur. Kentin yakınına gelindiğinde ilk göze çarpan, halen ayakta olan görkemli surlarıdır. Yöreye özgü volkanik taşlardan inşa edilen surlar kasvetli görünürken, arkasında uzanan karlı dağlar masalımsı bir âlemi andırır. Kenti çevreleyen Surların dibine kadar gelindiğinde artık sessizlikten öte bir durağanlık görülür, zaman yavaşlar, tarih usulca geriye akar. Burada Ani bambaşka bir dünyaya açılan kapı gibidir. Ne zaman dündür, ne de şimdiki zaman bu gündür. An, belirsiz bir vaktin tanımsız kalıntısıdır.
Kenti üç taraftan çevreleyen surların uzunluğu 4500, yüksekliği 8 metredir. Hisarlı şekilde inşa edilen surların birden çok kapısı olduğu anlaşılıyor. Ana girişi bir kamyonun rahatça geçebileceği büyüklükte inşa edilmiş. Ani kent surlarında uygulanan mimari teknik diğer kent surlarından biraz farklıdır. Dışardan gelecek saldırıları etkisizleştirmek, kenti daha iyi savunmak, saldırılar sırasında zaman kazanmak için surlar karşılıklı iki duvar halinde inşa edilmiş, yüksek duvarların arası da hendek görevi görsün diye boş bırakılmıştır. Bu nedenle kentin Aslanlı Kapısından giriş yapıldığında karşınıza görkemli başka bir taş duvar çıkar. Yönlendirme tabelasını izleyerek sola doğru ilerleyince, aynı görkem ve büyüklükte başka bir kapı sizi karşılar. Ani’de sur kapıları savunma stratejileri gereği karşılıklı olmayıp, farklı konumlarda inşa edilmiştir. Bu mimari teknik saldırılara karşı önemli avantajlar sağladığı için düşünülmüş.
Eski zamanların her iki kapısından geçince yüksek duvarlar, görkemli hisarlar dikkat çekerken, antik kenttin inşa edildiği geniş alan göz alabildiğince uzanır, kalıntılar dağ dokusuna karışır. Benim gibi ilk defa ziyarete gelenler muhtemelen bu noktada geçmişe ışınlandıklarını düşünürler. Kenttin içlerine doğru sağa, sola ve batıya açılan sokaklar, patika yollar bir zamanlar alanda gerçek anlamda bir şehrin olduğunu gösterir.
İnsan Ani sokaklarını adımlarken, geçmişin görkemi ile yıkıntıları arasında gidip gelir. Kah üzülür, kah yapıların ihtişamı karşısında hayran kalır. Özellikle yüksek kubbeli kiliseler insanda müthiş bir etki bırakır. Ses akustiği, taş duvarların mükemmel estetiği yapılarda yoğun bir emeğin olduğunu gösterir. Kentin derinliklerine doğru keşişsen bütün yollar kiliselere çıkar. Her köşe başında bir kilise inşa edildiği yön levhalarından anlaşılıyor. Halen ayakta olan ama kaderleriyle baş başa kalan birçok kilise kalıntısının kentin dört bir yanında olması Ani için kutsal kenti tezini destekliyor.
Artık harabe olan kentin sokaklarında geçmişten gelen derin bir sessizlik var. Kalıntılar, yıkıntılar, her şey o kadar sessiz ve ıssız ki insan biraz ürküyor. Nereye baksan tarih, taşlara dokunsan dile gelecek çığlık. Kimler gelmiş, kimler göçmüş bu topraklardan? Ani ilk çağlarda Urartu, Med, Pers egemenliğini görmüş. Gelen yıkmış, giden bir iz bırakmış. Kent her türlü dış baskı ve saldırıya karşın dini inancını, mimari yapısını korumuş. Ermeni taş ustalarının duvar örmede, taşa ruh katmada dünya ölçeğinde usta olduklarını az çok bilirdim. Ani Kalıntılarını gezince bu düşüncem biraz daha pekişti. Kalıntılarda ustalıktan öte bir durum söz konusu. Her açıdan yapılan ince hesaplamalar, estetik kaygılar; mühendislik bilgileri ne kadar yetenekli olduklarını gösteriyor.
Kentin çoğunluğu Hristiyan olsa da, ilk dönemlerinden kalan cami ve bir Ateşgâh günümüze kadar ulaşmış. Bu gün ibadete açık olan Cami, İslam mimarisini pek yansıtmasa da cami olarak tarihe geçmiş ve bu günlere ulaşmış. Belki başka bir kamusal bina camiye çevrilmiş de olabilinir. Tarihi kaynaklara göre bu güne ulaşan cami Ani’ye hakim olan Kürt Şeddadi Keyası Ebû’l Şücâ Menûçehr tarafından inşa edildi yazılı.
Ayrıca ören yerinde kilise ve kamusal kalıntılar arasında Zerdüştlerden kalma eski bir tapınak/ateş gâh ayrık olarak zamana direniyor. Bu ateşgahın kent sakinlerince mi yoksa istilası sonucu gelen kavimler tarafından mı inşa edildiği pek bilinmiyor olsa da ateşgâh Pers izi olarak değerlendiriliyor.
Kentin her tarafı tarih demek pek abartı sayılmaz. Nereye baksan geçmişte görkemli bir yapının izleri görülür. Kimisi tümden yıkılmış, kimisi halen belli oranda ayakta kalmayı başarmış olmaları oldukça etkileyici. Olağanüstü taş işçiliği, yüksek kubbeli iç mekânlar, zamana direnen taş yapılar insana geçmişe yolculuk yaptıran koca bir Orta Çağ kentidir. Ani Harabelerinin ötesi ise artık Ermenistan’dır. Kars Ermenistan sınırı ise 1920 yıllarında Arpa Çay kanyonu olarak belirlenmiş.
Ani inşa edildiği yıllarda bir dini merkez, kültür ve ticaret şehri oldu, zenginleşti. Kafkasların Akdeniz’e açılan kapısı olarak bilindi. Arpaçay üzerine kurulan Taş Köprü İpek Yolunun daha hızlı ve transit geçişini sağladı. Onlarca ticaret kervanı Kafkaslardan Anadolu ve Mezopotamya’ya geçmek, oradan Akdeniz’e ulaşmak için Ani yollarını kullandı; konaklayıp, ruhani atmosferini teneffüs etti.
Bu kutsanan kentin stratejik konumu ve iktisadi geleceği düşmanlarının iştahını kabartı, kısa sürede ortaya konulan başarı hazmedilmedi, saldırılara maruz kaldı. İlk saldırı dindaşları olan Bizans’tan olur. 1045 yıllarında Bagraduni Ani’ye saldırarak Bağraduni Krallığını yıkar, ciddi zarar verir. Ani’nin Bizans hükümetinden çok uzakta olması egemenliklerini de gevşetir. Bu durumdan faydalanan Kürt Şeddadi Beyliği 951 yıllarında kenti kontrol altına alır. Ermenilerle akrabalık bağı kurarak, kent yönetimini ele geçirir. Bir süre idare yönetir, yapıları tamir eder, ticareti geliştirmeye çalışır. Ancak Selçuklu Sultanı Alparslan 1064 yıllarında Ani’yi ele geçirerek, Şeddadilerin egemenliklerine son verir. Selçuklular tam bir yönetim kuramadan kent bu kez 1236’da Moğol saldırılarına maruz kalır, yakılır, yıkılır, yağma edilir. Kent bu süreçlerde başsız, yönetimsiz kalır. Her gelen kenttin birazını yıkar, kontrolü altına almak için de kendine benzetmeye çalışır.
Bu tarihsel kaos ortamında kent ihtişamını kaybeder. Ordular kapılarına dayanır, İmparatorlara ait atların toynakları altında inler. Savaş, istila, yıkım derken bölgede 1319 yıllarında yaşanan şiddetli depremlerde kenttin büyük kısmı yıkılır, hayatta kalanlar göç eder, kentte az sayıda nüfus kalır. Kent toparlanmaya, yeniden ayağa kalkmayı çabalarken; bu kez Timur’un saldırılarında ciddi yaralar alır. Buna rağmen kent az nüfusla varlığını sürdürür ta ki 1500 yılların başlarında başlayan Osmanlı İran savaşları son noktayı koyar. Kenttin güvensiz bir ortama sürüklenmesi, savaşın sık ve sürekli olması başta İpek Yolunda ticari hareketliği olmuşuz yönde etkiler. İklim koşulları, tarımsal faaliyetlerin azalması ve artan Osmanlı tehdidi kent sakinlerinin bir daha dönmemek adına yurtlarını terk etmesine neden olur. Kiliseler, mabetler, çarşılar sahipsiz kalır, harabeye döner ve bir kent sönükleşerek tarih sahnesinden çekilir. Ani kutsiyetini, kentinin görkemli yapılarını, ticaretini savaşlarla, depremlerle kaybetmeseydi belki de Hristiyan dünyasının önemli dini merkezi olarak günümüze ulaşacaktı.









