Keleynak Kuşlarını (Geronticus eremita) ilk defa 20-25 yıl önce duymuş ve görmüştüm. Çok yakından olmasa da birkaç metre mesafeden gözlemlemiş, hikayesinin peşine düşmüştüm.
Birecik’in insanı kavuran sıcağında, Fırat Kıyılarında kanat çırpan kelaynakları incelemek, geçmişlerini öğrenmek için yaşlıları dinlemiş, söylenceleri araştırmıştım.
Ben ne kuş bilimci, ne de bir coğrafyacıydım. Tek amacım belgesel tadında birkaç fotoğraf çekmek ve tabii ki hikayesini not almaktı.
Bu nedenle Birecik ilçesine birkaç kez gidip, kelaynakları gözlemlemeye çalıştım.
Yarım asır önce dünyanın bir çok bölgesinde yaşayan kelaynakların, bu gün sadece Nil ve Fırat nehirleri kıyısında yaşıyor olmaları üzücü ama bir gerçeklik.
Kelaynaklara ev sahipliği yapan Nil ve Fırat, iki asi nehir.
İnsanlık kadar eski ve kadim olan bu nehirler, tarihe yön vermiş, uygarlıkların yaratılmasında esas kaynak ve tarih boyunca toplumsal göçlerin pusulası olmuştur.
Bu iki nehir birbirine pek benzemez ama bir çok ortak özellikleri olduğunu söylemek mümkün.
Fırat, Yukarı Mezopotamya’nın yüksek dağlarından bir çok irili, ufaklı doğal su kaynak ve ırmaktan beslenerek, hırçın bir nehir olarak ovaya, oradan da Basra Körfezine dökülür. 2800 km yol boyunca bir çok topluluğa derman olur, susuzluklarını giderir, sulu tarım yapılmasına ortam açar.
Nil ise Orta Afrika’da bulunan Uğanda’da bulunan Viktorya Gölünden beslenir ve yeryüzünün en uzun nehiri olarak, çöllerden kıvrılarak, Akdeniz’e dökülür. 6600 km yol boyunca çöle adeta hayat öpücü verir, insan yaşamı için uygun ortamı hazırlar.
Her iki nehir de geçtiği topraklara, binlerce canlıya adeta hayat verir ve özellikle kuşlar için olağanüstü zenginlikte yaşam alanları yaratır.
Bu nedenle bir çok kuş türü göç ederken Fırat ve Nil’i kendine hem yurt, hem de ara durak olarak seçer.
Mezopotamya’da kelaynakların yaşadığı tek yer olan Birecik yerleşimi ovanın başlangıcı, kelaynaklar için doğal yuvalanma ve beslenme alanıdır.
Alüvyonlu tarım alanları ve yuva yapmaya uygun yumuşak kayalıklar, kelaynaklar için uygun yaşam alanlarıdır. Nil Vadisinde de aynı koşullardan bahsetmek mümkündür.
Fırat ve Nil nehirleri arasında ki uzaklığa rağmen, nehirler arasında ki benzerlik kelaynakların buraları yurt edinmesine neden olabileceği düsünülmektedir.
İklim, yeryüzü şekilleri ve sulak alanlar belki de kelaynakların buraları tercih etmelerine neden olmuş.
Hz Nuh, tufan sırasında gemisine bolluk ve bereket timsali olara kelaynaklardan bir çift aldığı rivayet edilir.
Kendi varlığı bolluk ve bereketi temsil etse de, soyları tükenme tehlikesi altında olan kelaynaklar, daha çok böcekle beslenir ve doğada bir denge unsuru olarak bulunur.
Yörede Kürtçe Keçelhenok denilen kelaynaklar, 1950 yıllarına kadar Fırat Kıyılarında koloni şeklinde yaşarken,o yillarda yaşanan çekirge ıstilasına karşı kullanılan zirai ilaçlardan büyük zarar görmüşlerdir. Özellikle DDT denilen zehirli ilaç, kelaynakların sayılarının tehlikeli bir şekilde azalmasına neden olmuş, o yıl çoğu çoğalmamiş, zaman içinde soylarının tükenme eşiğine getirildiği düşünülmektedir.
“ DDT ikinci dünya savaşı yıllarındaki bitten gelen hastalıkları önlemede kullanıldı ve o günün koşullarında harika ilaç olarak bilinirdi. Ancak zamanla DDT’nin vücutta biriktirdiği ve kalıcı hasarlara neden olduğu ortaya çıktı ve faydalarına göre zararları ağır basmaya başladı; 1980’li yıllarda yasaklandı. Mücidine Nobel ödülü kazandıran bir zamanların mucize ilacı DDT doğada çözündüğünde DDE adı verilen ölümcül bir kimyasala dönüşüyor. “Sessiz Bahar” adlı kitabın yazarı Rachel Carson, 1962 yılında DDT gibi kalıcı organik klorlu kirleticilerin biyolojik birikim yoluyla nasıl bitkilerden hayvanlara ve insana, anne sütünden çocuğa geçen ne denli güçlü bir zehir olduğunu ortaya koymuştu. Ancak DDT’nin ABD ve Avrupa’da yasaklanması için sekiz yıl, Türkiye’de yasaklanması için ise 23 yıl geçmesi gerekti.”*
Bu gün kullanımı yasak olan DDT aslında tam bir kimyasal silah. Ama maalesef İkinci Dünya savaşında haşare ve böceklere karşı kullanılmasında bir sakınca görülmedi ve özellikle 1950 yıllarında çekirgelerle baş etmek için kullanılması çok ciddi sonuçlar ortaya çıkardı. Hatta o yıllarda özellikle Urfa, Mardin ve Diyarbakır yöresinde çıkan hastalıkların kaynağında DDT olduğu söylenilir. Toprağa, suya ve tahıl ürünlerinin yapısına yerleşen zehirin , etkisi yıllarca sürdüğü ortaya çıktığında binlerce insan, hayvan ve bitki DDT’nin ölümcül etkisinden kaçamadı.
Bu gün eski popülasyonunu kaybeden kuşlar artık koruma altında, kafeslerde tutuluyor. Her yıl kontrollü bırakılan kuşların bazıları göç etmeyi bırakmış oldukları görülürken, bazıları da göç yollarından geri dönmedikleri anlaşılıyor.
1990 yılından bu yana, Birecik’teki yarı-yabani kuşlar üreme dönemine hazırlık için Şubat-Mart aylarında kafeslerden çıkarılıyorlar ve göç zamanına doğru Temmuz-Ağustos aylarında tekrar kafeslere alınıyorlar. Bu dönem içerisinde kuşlar doğal ortamlarında serbestçe uçabiliyorlar ve ürüyorlar. Üretme istasyonunun içindeki kayalıklar ve tahta yuvalarda üreyen kelaynaklara günde iki kere yem veriliyor. Kuşlar aynı zamanda Fırat’ın kenarındaki alanlara da gidip besleniyorlar.
Birecik’te 110 adet, Fas’ta iki koloni halinde 350 adet ve Avrupa ile Amerika’daki hayvanat bahçelerinde Fas orijinli 1000 adet Kelaynak kuşu bulunmaktadır. Sürücül bir türdür. Yeri gagayla eşeleyerek veya delik ve çatlakları karıştırarak beslenirler. Beslemelerini gündüz vakti yaparlar. Uçuşu çeltikçiden farklıdır. Kuyruğun arkasında ayaklar görünmez ve kanat parmakları daha belirgindir. Kanat çırpışları yumuşak ama güçlü ve etkilidir. Uzun uçuşlarda kanat çırpmadan süzülebilirler ve V formu oluştururlar. Tek eşli olan bu kuşlar eşlerine çok sadıktırlar. Eşlerini kaybedenlerin yemeden içmeden kesildiği veya kayalıklardan kendini bırakıp hayatına son verdiği sıkça gözlenmiştir.”
Keleynak eski yazıtlara da konu olduğu da anlaşılıyor. Göbeklitepe ve Mısır yazıtlarında kelaynaklara bire bir benzeyen hayvan tasvirlerinin bulunması, bu kuşların 12 bin yıldan daha fazla bir serüvenine sahip oldukları söylemek çok abartı olmaz. Göbeklitepe Stellerin birinde kelaynaklara benzeyen bir tasvirin bulunması, o çağlarda avlanılan ya da kutsal sayılan hayvanlar arasında kelaynakların olduğunu söylemek mümkün olabilir. Keza aynı durum Mısır yazıtlarında da var. Bereket ve bolluk sembolü olarak, Mısır Pramitlerinin duvarlarını süsleyen keleynak günümüze ulaşma başarısı gösterse de, baraj yapımları, zirai ilaçlar ve bilinçsizçe avlanma soylarını tükenme tehlikesi yarattı. Oysa kelaynak tam bir doğa dostudur. Toprağı eşeler, böçekleri yer, belki de tohum zincirinin doğru bir şekilde geleceğe aktarımını sağlar.
Bu gün gelinen noktada tarım politikaları, kullanılan zirai ilaçlar, barajlar sistemi ve hibrit tohum bir çok canlının yaşam alanlarını daraltıyor. Bu gerçekliğe rağmen, her gün biraz daha canlı yitimi devam ediyor.
Birkaç yıl önce bildiğimiz otlar, kuş ve canlılar biz farkına varmadan sessizce ortalıktan kalkıyor.Çünkü kullanılan zirai ilaçlar, bir yandan bazı zararlı böcek ve haşereleri yok ederken, yararlı olanları da ortadan kaldırıyor. Herkes bunu bilmesine rağmen, faydacı davranarak canlı yitimini görmezlikten geliyor.
Çeşitlilik azalıyor, ama ürün artıyor. İşte insanın gözünü karartan da bu oluyor. Ürün artsın da ne olursa olsun yaklaşımı doğanın yitimine neden oluyor.
İnsanlar yasak filan dinlemiyor. DDT ve benzeri ilaçlar yasak olsa da, daha fazla kâr için kullanımında bir sakınca görmüyor.
Devletlerin yeterince meseleyi ciddiye almaması, kâr ve rantabal mekanizmayı kollaması canlı yitiminin giderek artacağını gösteriyor.
Neyse ki kelaynaklar halen varlıklarını sürdürüyor.
Tek dileğim bu şakacı kuşların soylarının tükenmemesi ve canlı yitimine karşı ciddi tedbirlerin alınması…
Kaynakça:
* http://gidatopluluklari.org/?p=428
**https://www.trakus.org/kods_bird/uye/?fsx=2fsdl17@d&tur=kelaynak s




