Av. Feyzi Çelik yazdı.
Zeynel Zeytinburnu’da deri kürk yapan bir atölyede makinecilik yapıyordu. Karısı Zeynep’le de bu atölyede tanışıp evlenmişti. Zeynep evlendikten sonra işinden ayrıldı. Ancak evde çalışmaya devam etti. Dışarıdan evlere iş veren bir iş yerinden aldığı siparişleri evinden yapıyordu. Bu şekilde evin bütçesine katkıda bulunuyordu. Evliliklerinin üzerinden üç yıl geçmişti. Çok istemelerine rağmen çocukları olmamıştı. İstekleri bir kız çocuklarının olmasıydı. Doktorlar Zeynel’den kaynaklanan nedenlerden dolayı çocuk sahibi olmayacağını söylediklerinde ikisinin aynı anda birini evlatlık almak akıllarına geldi. Çevrelerine haber verdiler. Kimsesiz kalmış bir çocuğu evlatlık almak istediklerini söylediler.
Aradan bir yıla yakın bir süre geçmişti. Soğuk ve yağışlı bir mart ayından sonra, ağaçlar çiçeklerini açmış, her taraf yemyeşil olmuştu. O yıl çok bereketli bir yıl olacaktı. Zeynel Cumartesi günü olduğu için erken işten dönmüştü. Yolu Merkez Efendi Mezarlığına düşmüştü. Namazını Merkez Efendi Camisinde kıldıktan sonra, lahit mezarların arasında dolaşmıştı. Etraf gelincik ve papatyalarla dolmuştu. Zeynel gelincikten bir demet, papatyadan bir demet yapıp evinin yolunu tuttu. Şimdiye kadar elinde çiçeklerle evine gitmemişti. Zeynep kapıyı açar açmaz, Zeynel’in elindeki çiçek demetlerini gördü ama bir anlam veremedi. Zeynel, henüz ayakkabısını çıkarmadan gülümseyerek, elindeki çiçekleri Zeynep’e verdi. Zeynep sevindi. Çiçeklerin kokusunu içine çekti. Erzurum yaylaları aklına geldi. Çocukluğu, çocukluğunda topladığı kır çiçekleri gözünün önüne geldi. Burnu çocukluğundaki kokuyu aradı. Bir de kovaladığı rengarenk kelebekler aktı aklından. Zeynel’in elinde bir poşet de vardı. Poşeti açıp baktığında pembe beyaz renkli bebek kıyafeti vardı. Bir de küçücük bebek pabuçları. Zeynep çiçek demetlerini su doldurduğu cam bir vazoya koydu. Bebek kıyafet ve pabuçlarını ise çocuk odası olarak adlandırdıkları odadaki kanepenin üzerine serdi. Sanki evde bebek varmış gibi kapıyı yarı açık bıraktı. İkisi oturma odasına geçtiler. Oturma odasında, rengarenk nikah şekerlerinin yapımında kullanılan malzemeler vardı. Kutular, boncuklar, küçücük tüller, badem şekerleri…
Zeynel de Zeynep’e yardımcı oldu. O günkü işi bitirdiler. Bir gün sonra bir nikah varmış ona yetişmesi gerekiyordu. Son olarak evli çiftlerin isimlerinin baş harfinin ve evlenme tarihinin olduğu çıkartmayı nikah şekerlerine yapıştırdılar. Nikah şekerlerini sayıp kutusuna koydular. İşi veren dükkan uzakta değildi, götürdü. İşi dükkana teslim edip parasını alıp eve döndü. Kendi aralarında sohbet ettiler. Bebeklerden söz ettiler. Yatak odasına gitmeden önce, bebek odasına baktılar. Bebek kıyafeti ve pabuçları orada duruyordu. Birbirlerine baktılar. Sarıldılar birbirine. Sonra yatak odasına geçip sarılıp uyudular.
Sabah uyanır uyanmaz Zeynel bir rüya gördüğünü söyledi Zeynep’e. Zeynep “hayırdır inşallah” dedikten sonra Zeynel rüyasını anlatmaya başladı. Anlatırken heyecanlanıyor, gözünden sevinç göz yaşları dökülüyordu. Rüyasında küçücük bir kız bebek görmüştü. Dün aldığı kıyafetler bebeğin üzerinde, pabuçlar ayaklarındaydı. Zeynep de heyecanlandı. Sanki o da aynı rüyayı görmüş gibi oldu. Ağzından Zeylan diye bir ad düştü. Zeynel de Zeylan Bebek dedi. Kahvaltı yaptılar. Saat onbir civarında Zeynel evden çıkıp, hemşeri derneklerinden birinin kahvehane olarak kullanılan lokaline gitti. Kahveden içeri girer girmez, kahvede oturanlardan biri cebinden çıkardığı küçücük bir bebeğin fotoğrafını gösterdi. Bebeğin üzerindeki kıyafetler, evdeki kıyafetlere benziyordu. Rüyada gördüğü bebek oydu. Bebeği bulmuştu. Fotoğrafı gösteren adam, bebeğin Erzurum İspir’de olduğunu söyledi.
Kimsesi yokmuş bebeğin. Henüz kimliği bile yok. Zeynel “Olmaz olur mu?” dedi. O benim bebeğim Zeylan’ımız…
Zeynel fotoğrafı alıp eve geldi. Zeynep’e gösterdi. Zeynep fotoğrafı kıyafet ve pabuçların yanına koydu.
Sabah olur olmaz. Zeynel nüfus müdürlüğünün yolunu tuttu. Bir bebeğinin olduğunu, adının Zeylan olduğunu söyledi. Nüfus şefi onun beyanına itibar etti. Kütüğü açtı. Kütüğe Zeylan’ın adını ve doğum tarihini yazdı. Sonrasında pembe bir nüfus cüzdanı düzenleyip Zeynel’e verdi. Zeynel, kalbinin üstüne gelen ceket cebine yerleştirdi nüfus cüzdanını. Sadece Zeynep’e söyledi.
Patronuna telefon açtı. Yıllık izninden 5 gün kullanmak istediğini söyledi. Zaten işler de çok azdı o aralar. Kahvedeki adamı yanına alarak İspir’e yola çıktılar. 20 saat süren yolculuktan sonra İspir’e geldiler. Bebek, İspir’den 15 km uzaklıkta bir köydeymiş. Bir taksi ile köye gittiler. Bebeğin bulunduğu eve gittiklerinde bebek orada yoktu. Meğer bebeği Trabzonlu bir aileye vermişler. Zeynel, elini cebine atıp Zeylan’ın nüfus cüzdanına baktı. Nüfus cüzdanını çıkarıp evde bulunan kadına verdi. “Ben ismini Zeylan koydum, nüfus cüzdanı da bu, bunu verirsiniz Trabzonlu aileye, o benim evladım artık, benim neyim varsa ona kalsın.” dedi. Ağladı, göz yaşlarını gizlemeye çalıştı, gizleyemedi.
İstanbul’a döndü. Aradan üç ay geçmişti. Bir erkek ve bir kadın geldi. Kapıyı çaldılar. Konuşmadan bebeği kapıdan içeri bıraktılar. Üzerinde Zeylan yazılı pembe nüfus cüzdanını bırakıp gittiler. Zeylan bebek, Zeynel ile Zeynep’e bir de kanepe üzerindeki pembe beyaz kıyafetine ve pabuçlarına kavuşmuştu.