Feyzi Çelik yazdı.
Şu anda elim kelepçeli bir halde seni arıyorum
M.Emin, Bir gün önce gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınır alınmaz “içinde kameranın olmadığı” polisin ” Doblo”sunda dayak da yemişti. Yağışlı havanın etkisiyle kalabalıklaşan trafikte karakola gidene kadar bir saatten fazla geçmişti. Bu bir saat içinde polis ona her türlü işkenceyi uygulamıştı.
Yine de o gece konulduğu, eski bir apartmanın banyosundan dönüşme nezarethanesinde uyuyakalmıştı.
Rüyasında yılan görmüştü. Yılanı başından tutup öldürmüştü. Her taraf aydınlanmıştı. Önünde uçsuz bucaksız bir deniz görmüş. Belki de bir gün sonra konulacağını düşündüğü cezaevi şimdiden içine doğmuş…
Pazar günüydü. Sabah saatlerinde savcı otopsiye gittiği için onu savcılığa öğleden sonra getirilmesi için karakola haber gönderilmişti. Polis savcının geldiğini haber aldıktan sonra M.Emin’i adliyeye getirmişti. Savcı M.Emin’i görmeden, ifadesini almadan onu tutuklamaya sevk etmişti.
Birazdan hakimin önüne çıkacak… “Ben bugün çıkarsam Eyüp Sultana, Sultan Ahmete gideceğim” diyordu.
Kardeşinin elindeki cep telefonunu aldı. Ezbere bildiği numarayı tuşlayarak köylüsü Hocasını aradı. Ona: “şu anda elim kelepçeli bir halde seni arıyorum” dedikten sonra umudunu koruyarak “serbest bırakılır mıyım?” Sözcükleri ağzından çıktı. O da “İnşallah” diye cevap verdi. M.Emin “Benim için dua et” dedi. Hoca da hastaymış, onun da birkaç gün önce ayağı kırılmıştı, iyileşip yürümekten başka isteği de yokmuş.
Bir an için özgürlüğünü kaybettiğini düşündü. Özgürlüğünü kaybetmesinin o kadar önemli olmadığını düşündü. Önemli olan iradesini kaybetmemekti. Bundan sonraki çabası da buydu.
Zor durumdaydı. Durmadan dua ediyordu. Belki serbest bırakılırdı. O zaman verilen sözler hemen unutulurdu.
Bekliyordu eller kelepçeli. Bu beklemenin, dışarıdaki beklemelere öte anlamlara sahipti. Dünle bağlantısı olmayan bir bekleme.
Kelepçeler çıkarıldı. Ancak o, elinde kelepçe varmış gibi ellerini birbirine yapışık yapmaya devam ederek dua etmeye devam ediyordu. Elleriyle yüzünü avuçluyor, içinden hangi dua varsa arda arda ediyordu. Hukukmuş, hakmış onun umurunda değildi. O kendi bildiği Allahı ile başbaşa kalarak “deliğe” girmemek adına her şeyi yapıyordu. Şimdi de yere bakıyor, yerde sanki kendi sureti varmış gibi…
Biraz sonra ne olabileceğini tahmin edeceğini bilecek bir halde…o deliğe süpürüldüğünü hissetmiş olmalı… Dualar bir nevi pazarlık havasında…