2004 yılında Radikal Gazetesine yazdığım yazıyı sizinle paylaşıyorum…
Ailem ve ben pamuğa gidiyoruz. Kollarım çok ağrıyor. Ve yorgun oluyorum. Okula gitmeyi çok istiyorum ve arkadaşlarımı çok özlüyorum. Öğretmenimi özlüyorum. Orda sabahtan akşama kadar çalışıyor, pamuk topluyoruz. Annem, babam okula gitseydi bana her şeyi öğretirdi. Çadırımızın içinde televizyon yok. Ailem televizyon izleyemiyor.”
Haber: ŞEYHMUS ÇAKIRTAŞ* / Radikal 2 30/05/2004
“Ailem ve ben pamuğa gidiyoruz. Kollarım çok ağrıyor. Ve yorgun oluyorum. Okula gitmeyi çok istiyorum ve arkadaşlarımı çok özlüyorum. Öğretmenimi özlüyorum. Orda sabahtan akşama kadar çalışıyor, pamuk topluyoruz. Annem, babam okula gitseydi bana her şeyi öğretirdi. Çadırımızın içinde televizyon yok. Ailem televizyon izleyemiyor.”
Bu satırlar ilköğretim ikinci sınıf öğrencisi Hacire Taslamak’a ait. Henüz sekiz yaşında. Ancak her bahar mevsiminde ailesiyle birlikte Çukurova ya da Karadeniz’e çalışmaya gidiyor. Aslında sadece Hacire değil binlerce çocuk ailelerin çalışmaya gitmesinden dolayı okul ortamından kopuyor. Onların pamuk dediği aslında tarımla ilgili her iş. Toprak tohumu yeşertmeye başlayınca bu serüven başlıyor. Nisana denk gelen ırgatlık serüveni, çocukları sadece ev ortamından koparmıyor, okul ortamından da uzaklaştırıyor… Bu nedenle okulların öğrenci sayısı yarı yarıya düşüyor. Özelikle Şanlıurfa ve Diyarbakır’da birçok aile tarım alanında işlerin başlamasıyla, başta Çukurova, Akdeniz, Ege ve daha sonraları Karadeniz’e gidiyor. Okul ortamından uzak kalan çocukların dönüşü bazen ekim, bazen kasım sonlarını buluyor.
Haydi Kızlar Okula ve Herkese Eğitim kampanyaları yürütüledursun, mevsimlik işlerde çalışan çocukların sorunları her yıl gazete ve televizyonlara konu olurken, özellikle valilikler çocuklarını okula göndermeyen ya da okul ortamından koparan ailelere para cezası vererek sorunun önüne geçmeye çalışıyor. Ama her yıl binlerle ifade edilen çocuk eğitimlerini yarıda bırakarak tarla yoluna düşüyor. Doğdukları topraklardan oldukça uzak diyarlarda en ağır işlerde çalıştırılan çocukların problemi şimdilik haber konusu oluyor. Bakanlığın konu ile ilgili bir çalışma yapıp yapmadığı pek anlaşılmıyor. Çoğu ilköğretim öğrencisi olan bu çocukların konu ile ilgili yazdıklarını hiç dokunmadan herkesle paylaşmak sorunu tartışma açısından yararlı olur düşüncesiyle aynen yazıyorum.
Keşke pamuğa gitmesek
“Bazı çocuklar pamuğa gidiyorlar. Okuldan geri kalıyorlar. Yazıları unutuyorlar, derslerini yapamıyorlar. Herkesin babasının işi olsaydı okula gidebilirlerdi. Onların durumu iyi olsaydı pamuğa gitmezlerdi. Bizim sınıftan arkadaşlarımız gitti. Onların durumu iyi olsaydı, pamuğa gitmezlerdi. Pamuğa gidiyoruz. Sabahtan akşama kadar çalışıyoruz. İşleri olsun, okuldan geri kalmasınlar. Arkadaşlarımızı özlüyoruz. Ne olursa olsun ben okuldan çıkmayacağım. Okulu çok seviyorum. Mehmet okuldan geri kalacağı için ağladı. Mehmet’in babasının işi olsaydı pamuğa gitmezdiler. Halil, Hamza, Mehmet’i çok seviyorum. Keşke pamuğa gitmeseydiler. Orda çadırda yatıyorlar, oynayamıyorlar. Biz burada ders yapıyoruz. Onlar orada çalışıyorlar. Elleri yaralanıyor, şişiyor, üstleri kirleniyor. Bisiklet süremiyorlar, top oynayamıyorlar. Derenin içine giriyorlar. Hasta oluyorlar, hastaneye gidemiyorlar, ilaç alamıyorlar. Çok yoruluyorlar, yoruluyorlar. Gözlerine toz giriyor. Onlar yine çalışıyorlar…” (İkinci sınıf öğrencisi Halil Ağaç)
“Pamuktayken, oynadığımız oyunları oynayamıyoruz. Halilgil pamuğa gittiler. Buranın neşesi kalmadı. Sınıfımızın yarısı pamuğa gidiyor. Sınıfımızda az kişi kalıyor. Böyle hiç güzel olmuyor. Sınıfımızda 30 kişi kalabilir. Bu pamuğa gidenlerin babası güzel bir iş görseydi çok sevinçli olurum. Bu pamuğa gidenlerin babası maaşlı olsaydı çok sevinirdim. Sınıfımızdakilerden bazıları pamuğa gidiyor. Hiç sevinmiyorum. Biz de pamuğa gideceğiz. Orda oyun bile oynayamıyoruz. Hep çalışıyoruz. Sabahtan akşama kadar çalışıyoruz. Tek akşam bize müsaade ediyorlar.” (Ali Gülmezyüz)
“Halil, Mehmet, Hamza siz ama hiç gelmiyorsunuz. Biz de sizi çok özledik. Siz gittiniz pamuğa. Gittiniz. Biz de sizi çok özledik. Gittiğinizde nerdeyse biz de ağlayacaktık. Ama siz ağlamayın. Ne olursunuz ağlamayın. Yalvarıyorum ağlamayın. Siz orda pamuk topluyorsunuz. Ellerinize pamukların sivri iğneleri batıyor. Siz daha çok tarladasınız.” (Sait Güneş)
“Ben okuldan ayrılınca okulumu çok özlüyorum. Öğretmenimi çok çok özlüyorum. Arkadaşlarımı da özlüyorum. Derslerden geri kalıyorum. Hem dersleri unutuyorum. Babam çalışmıyor, paramız olmayınca uzak yerlere gidiyoruz. Ben orda çadırda sıkılıyorum, arkadaşlarımı özlüyorum. Ben tarlada pamuk toplarken yoruluyorum. Urfa’yı özlüyorum. Bu sene belki pamuğa gideriz. Halilgil gidince çok üzüldüm. Benim annem okuma yazma bilmiyor. Annem küçükken okula gelmemiş. Arkadaşlarımla görüşemiyoruz.” (Esra Avcı)
“Pamuğa gidiyoruz. Onun için babamızın bir işi olması gerek. Annemizin, babamızın işi olmadığı için bizde pamuğa gidiyoruz. Onun için derslerimizden geri kalıyoruz. Ve bir şey öğrenemiyoruz. Sınıfta kalıyoruz. Onun için pamuğa gitmemeliyiz. Pamukta zorluklar çekiyoruz. Oyun oynayamıyoruz. Hep pamuk topluyoruz. Ellerimiz yara oluyor.” (Mehmet Cengiz)
“Bizim çilemiz artık bitsin. Arkadaşlarımızın yarısı pamuğa gitti. Buna hepimiz üzüldük. Eğer paramız olsaydı, babalarımız çalışsaydı biz de çalışmaya gitmezdik. Arkadaşlarımız çalışmaya giderken biz çok üzülüyoruz. Bu yüzden bir sürü arkadaşımızın babası işsiz. Biz pamuğa gittiğimizde elektrik yoktu, çok karanlıktı. Suyun çeşmesi çok uzaktı bu yüzden zorluk çekiyorduk. Yağmur yağarken çadırlarımız su kaçırıyordu. Sonra Şanlıurfa’ya geldiğimizde tekrar çalışmaya gittik. Okula gelmediğim için çok üzülüyordum. Arkadaşlarım da öyleydi. Arkadaşlarımın okula gelmemesinin sebebi, parasız oldukları için çalışmaya gidiyorlar. 16 Nisan Cuma günü arkadaşlarım çalışmaya gittiler. Hepimiz çok üzüldük. Onları çok çok seviyoruz.” (Bilal Doğan)
7-8 yaşında ekmek derdinde
İlköğretim ve oyun çağında olan bu çocuklar, yedi-sekiz yaşlarında yetişkin insanların yaptıkları işlerle tanışıyorlar. Uzak diyarlarda, çalışmaktan elleri kabar kabar olurken, yürekleri de özlemle doluyor, kavruluyor. Oyunu, arkadaşlarını ve okullarını özlüyorlar. Yaşıtları okul sıralarında ders başındayken, kimileri de özel dershanelerde kurs görürken, onlar ekmek derdindeler. Soğan, pancar, pamuk ve fındık derken, her türlü işi yapmak zorundalar. Sağlıksız koşullarda, naylon ve kamıştan yapılmış çadırlarda yılın büyük bir bölümünü geçiriyorlar. Tatil yaklaşa dursun, onlar ailelerinin bütçelerine katkı sunmak ve belki de okul harçlıklarını çıkarabilmek için kızgın güneş altında, bütün uluslararası sözleşmelere rağmen, deyim yerindeyse bir köle gibi çalışıyorlar. Kış bastırmadan, sonbahar ortalarında dönme çabasında olacaklar. Tıpkı göçmen kuşlar gibi. Dönüş onlar için mutluluk vermeyecek. Okula gidebilme olanağı bulurlarsa, bu kez derslerden geri kalmanın sıkıntısı yansıyacaktır notlarına.
Her bahar evlerinden, okullarından kopan, arkadaşlarından uzaklaşan bu çocukların eğitimi ne zamana kadar böyle sürecek, cevap verebilen var mı?
* Öğretmen, belgesel fotoğrafçısı