Zihnimde asılı duran fotoğraf…

DSC02176[3045]

 

 

Yıllardır zihnimde yüzlerce fotoğraf biriktirdim. Bir seyyah misali, gittiğim her yerde fotoğraf çektim, yaşanmışlıkları zihnimde biriktirdim.

Bazıları hayatımdan çabuk silindi, bazıları ise zihnimin duvarlarında asılı kalarak, varlıklarını sürdürdü.

İşte zihnimde asılı kalan fotoğraflardan birisinin hikayesi.

Bir insan hikayesi aslında, koca yürekli, isimsiz bir çocuğun kısa bir anı.

Takvim yaprakları 1987 yılının kış mevsimini gösterirken, elimde eski bir Rus malı analog Zennit E fotoğraf makinesi, kucağımda annemin hazırladığı azık çantası, 1980 model bir minibüste Diyarbakır’a doğru yol alıyorum.

Yol Siverek üzerinden,  Karacadağ zirvesine doğru kıvrılarak Diyarbakır’a ulaşıyor.

Karacadağ burası, sönmüş volkanik bir dağ.1957 metrelik rakımıyla Nemrut’la boy ölçüşüyor. Biri gökyüzüne uzanmış, diğeri 120 km karelik bir alana yayılmış. Karacadağ yüksek rakımlı bir yayla gibi;bildik bir dağ değil, yükseltisi belli olmuyor. Binlerce yıl önce kabarıp, öylesine geniş bir alana yayılmış ki, insan hayretler içinde kalıyor. Bir hamur gibi kabarmış ve yer yer patlayarak etrafına lavlarını püskürtmüş. Bu nedenle her taraf taş ve soğumuş lav tortusu.

Bindiğim dolmuş, tıka basa insan dolu. Yolcuların çoğu çevre köylerden. Benim gibi Diyarbakır’a giden tek tük yolcu var. İn bin yapılan kapının hizasındaki koltukta  oturmuşum. Amacım minibüs yolcu indirip, bindirirken,   gözüme ilişen görüntülerin fotoğraflarını çekmek.

Yol boyunca ikide bir buğulanan camı silerek, çevreyi gözlemliyorum. Görebildiğim kadarıyla dışarıda tek canlı yok. Her şey buz kesmiş sanki. Köyler, evler, ahırlar kar altında.

Evlerin bacalarından çıkan soba dumanı köylerde tek canlılık belirtisi. Köyler arazi içinde kaybolmuş sanki. Tek belirgin işaret,  bacalardan çıkan duman.

Tezek yakıyorlar.

Evler siyah bazalttan yapıldığı için uzaktan seçmek  de zor oluyor.

Bir köpek bile dışarıda görünmüyor. Her şey sessizliğe gömülmüş,dondurucu soğuğa teslim olmuş.

Minibüs Karabahçe, Kaynak  Köylerini geçtikten sonra yolcu indirmek için duruyor. Kapı açılır açılmaz, ben de kendimi dışarı atıyorum.

Daha yere basmadan, yüzümden bir tokat yemişçesine esen soğuk yeli hissediyorum.

Bir soğuk, bir soğuk ki anlatılmaz.

Yerde beş karış kar var. Hava kasvetli ve insanın içini titreten türden bir soğukluk.

Etrafıma bakıyorum. Karacadağ’da kasvetli bir hava var.Çok kar yağmamış ama yağan kar da buz kesmiş.

 

Hemen ilerde ise soğuktan oldukça fazla üşümüş  olduğu her halinden belli olan bir çocuk, kocaman iki devenin yanı başında bekliyor. Olağan bir manzara değil ama şaşırmıyorum.

Çocuk develerden birinin ipini telefon direğine bağlamış, diğerini ise eliyle tutmuş, öylece bekliyor.

Bulunduğum yerden bir iki karesini çekerek, biraz yaklaşıyorum.

Çocuk on, on iki yaşlarında ya var, ya yok. Beni görünce biraz ürkerek, biraz daha devesine sokuluyor.

Develerden biri  ağır hareketlerle, kafasını bana doğru çeviriyor ve derin derin soluyor, soluduğu hava hemencecik buhar olup, kısa süreliğine  küçük bir bulut oluşturuyor.

Biraz yaklaşmak istiyorum ama çocuk ürkerek, devesine yaklaşıyor, hatta deveyi kendisine siper ederek, tedirginlik içinde bana bakıyor. Ben de deveden korktuğum için duruyorum öylece.

Sorduğum sorulara da cevap alamayınca, etrafıma göz atıyorum.

Dağın başı, ıssız ve çevrede herhangi bir köy yok.

Belli ki uzun süredir birilerini bekliyor. Beklemekten çok sıkıldığı, çok üşüdüğü her halinden belli.

Elindeki sopayla  karı eşiyor, bir yandan da tedirginlik içinde beni gözlüyor.

 

Minübüs şoförü ise bagajından birkaç çuval eşyayı indiriyor yol kenarına. Öylece bırakıp, minibüse geri dönüyor ve yola koyulmak üzere bana işaret ediyor.

Önce bozuk motor homurtusu, sonra eksozdan çıkan siyah duman minibüsü hareket ettiriyor.

Son bir umutla çocuğun adını soruyorum yüksek sesle. Ama çocuktan hiç ses çıkmıyor, öylece bana bakıyor ve yüzündeki tedirginliği koruyor.

İçim sıkılarak minibüse geri dönüyorum.

Soğuktan titriyorum; yüzüm,ellerim yanıyor.

Minibüs hareket halindeyken son kez bakıyorum. Çocuk geride, karlar içinde kaybolurken, iki kocaman deve de bir karartı gibi yok oluyor. Sert ve soğuk rüzgar ise seremonik sesler çıkartarak, Karacadağ’ın kışından haber veriyor.

Bir süre öylece kalıyor, sonra karlı Karacadağ’ı seyretmeye devam ediyorum.

Bu mevsim zemheri ayı. Soğuk, kar ve boran yani. Kış Karacadağ’da uzun sürmez ama insanın içine işleyen bir kuru soğuğa sahiptir. Özellikle Ocak ve Şubat aylarında kar yağar ve ortam buz keser.

Usta ozan Ahmed Arif’in unutulmaz şiirinde olduğu gibi.

“ Açar,

Kan kırmızı yediverenler

Ve kar yağar bir yandan,

Savrulur Karacadağ,

Savrulur zozan…

Bak, bıyığım buz tuttu,

Üşüyorum da

Zemheri de uzadıkça uzadı,

Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,

Seni, Diyarbekir gibi,

Nelere, nelere baskın gelmez ki

Seni düşünmenin tadı…”

 

 

 

Minibüs hızla Diyarbakır’a doğru yol alırken, ben zihnimde kalan görüntüyü düşünüyorum.Sessizlik içinde bekleyen çocuk, kocaman iki deve,ıssız bir dağ, insanı donduran bir soğuk ve kesik düşünceler, dağılmış duygular, çocuğun sessizliğini bastıran, uğuldayan bir rüzgar.

 

Şoför içimdeki sıkıntıyı fark etmiş olmalı ki:

“Çocuk babasını bekliyor,civar köylerden. Babası ihtiyaçlarını almak için şehre inmiş, o da gelmesini bekliyor. Babası yükle gelecek, yükü develere yükleyip, evlerine dönecekler. Seni anlamadı, anlamadığı için ürktü. ”diyor.

 

Bir Karacadağ klasiği. Ne tam yerleşik, ne de tam göçer bir yaşam. Kışın köylerde, yazın zozanlarda geçen bir ömür. Yediden yetmişe hayatı paylaşan ve en sert koşullarda yan yana duran Kürd’ün aşiret yaşamı.

 

O dönem ne dijital var, ne de kablosuz iletişim. Telefon direkleri yol boyunca dikilmiş. Bir çok gelişmeden uzak ve sakin, on bin yılların mirası üzerinde bir hayat sürdürüldüğü zamanlar.

Kentler değişmenin sancısında, köyler ise henüz yeni sarsıntıyla tanışma evresinde olan dönemler.

Aradan yıllar geçse de o an çektiğim fotoğraf zihnimde adeta asılı kalmış durumda. Ne zaman kar yağsa, ne zaman hava soğusa ve ben Karacadağ taraflarına gitsem, o an hemen zihnimde belirir, adını dahi bilmediğim o çocuğun üşüyen silueti gözlerimin önünde canlanır.

Ve çocuğun dünyasında her şey lal olur…

 

Yazarın notu: Sevgili okur dostlarım, uzun süredir yazı yazmama rağmen, bir yıla yakın zamandır buradan sistemli bir şekilde sizlere ulaşmak, yazın alanında gelişmek istiyorum. Maalesef bir işim yok, tek  işim bu. Buradan para kazanmayı hedeflesem de, henüz o düzeyde bir takipçim yok. Bu nedenle buradan size seslenmem için sizin desteğinize ihtiyacım var. Takipçi sayımı artırmak ve sayfamda yayınlanan reklamları tıklamanızı istiyorum. Çünkü blogumu yaşatmam için açıkçası bir akçeye ihtiyacım var.

Bunu yapmak için yapmanız gereken tek şey, yazılırı okumak, hoşunuza gidiyorsa beğenmek ve mümkünse en azından bir kez reklamlara tıklamak. En önemlisi de yorum yazmak.

Hoşçakalın, dostçakalım…

 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s