İktidar, siyaset ve ötekileşen her şey: Ankara…

Ankara benim için güzel anıları olan bir kent. Zaman zaman ziyaret etme  ihtiyacı duyduğum kentlerden biri. Dostlarım var, arkadaşlarım ve zaman yazıştığım, görüşmek istediğim insanlar var.

Hem uzak, hem yakın.

Ortaya karışık gibi.

İlk liseyi bitirdiğim yıl olan 1985 yılında Ankara’ya yolum düşmüştü. O gün, bu gün zaman zaman ziyaret eder, birkaç gün kendimi sokaklarına atarım.

Kalabalığına karışır, kasvetli ilişkilerine, rant kokan yemekli buluşmalarına, iktidar oyunlarının dışa yansıyan izlerine dalar, gözlemlerim.

Ne de olsa başkent. İktidar, siyaset ve ötekileşen her şey Ankara’da.

Lafı uzatıyorum sanırım. Kendimi Ankara’nın havasına kaptırdım. Çok çalan , çok söyleyen ama aynı havayı tekrarlayan  bir sistematiğin havasındayım.

Neyse hemen çark ediyor, Yüksek Caddesinde kendime geliyorum.

Hava soğuk, kalabalık sanki biraz azalmış.

Kış mevsiminin etkisinden mi ne?

Oysa buralar cıvıl cıvıl olurdu. Gitar çalanlar, kitap satanlar, küçük öteberi pazarlayanlar buharlaşmış. Sanki sokakta derin bir sükûnet var. Yüksel’deki Duran İnsan heykeli de yok.

Tek iyi değişim, aylardır etrafı dikenli tel ve bariyerlerle kapatılan İnsan Hakları Anıtının çevresi eski halini almış.

Ama polis yoğunluğu devam ediyor.

Adım başı polis desem abartmamış olurum. Her köşe başında insanları süzen gözlerle donatılmış. Canlı cansız gözler, insanların gözlerinden dünyaları anlamaya çalışılıyor.

Tabii ara da bir dijital güvenlik taramadan geçenler de oluyor.

Kitap evlerine dalıyorum istemsiz. En sıcak yerler oralar. Değişik insanlar var.  Herkes zihin dünyasına uygun kitapları inceliyor, bakıyor, fiyatlarını kontrol ediyor.

Kitapların çok pahalı olduğunu söylemek, tarihe not düşmek gerekiyor. Sanırım her şeyin ateş pahası olduğu bir dönemde kitapların pahalı olması kaçınılmaz bir sonuç.

Buna rağmen kitapevleri kalabalık. Meraklı gözler, araştıran zihinler, sorgulayan beyinler kitapların sihirli dünyalarına dalmış.

Ama okuma oranının düştüğü, en çok okunanlar listesinde fantastik kitapların başta olduğunu görülüyor.

Kitapların albenisi artmış, baskısı güzelleşmiş ve kalite yükselmiş. İçerik üretme konusunda da bir sıçrama var sanki. Ama emin değilim. Kimilerine göre geriliyoruz, kimilerine göre ilerliyoruz.

O insanın durduğu noktaya bağlı.

Dijital çağda her şey içerik konusu olmuş durumda. Sosyal Medya mesajları bile kitap halini almış. Hatıralar, sevgiliye yazılan şiirler, acılar ve katmerleşmiş sancılar kitapların sayfalarına yansımış.

Bir şişe mürekkebin devrilip, koca bir leke oluşturması gibi, ülkenin realiteleri kitapların satır aralarına sıkıştırılmış sanırım.

Ya da bana öyle geliyor. Belki de görmek istediğim kitapları bulamamadan kaynaklı bir geçici körlük gibi bir durum yani.

Neyse ki kitapevleri insan yüreğine dokunuyor, gelecekten haber veriyor.

Bu bile tek başına önemli.

Kalabalığı, kitapevlerini, Yüksel Caddesini kendi haline bırakıp, Sahaflara doğru yol alıyorum, bir dostumla birlikte.

Sahaflar daha çok sınav kitaplarına yönelmiş gibi duruyor. Eski canlılığı yok, bana öyle geldi. Ama hala nitelikli kitaplar bulmak mümkün.

Hem de fiyat açısından daha uygun.

Havanın soğukluğu burada daha bir yakıcı.  Rüzgâr dört yönden esiyor.

Yani Ankara kış, kıyamet…

Hoşça kal demeden yönümü iktisadın başkentine çeviriyorum.

Ayaklarım beni Ankara’dan öteye taşıyor.

Elimde sevgili Süleyman Sili’nin hediyesi olan “Tüfek, Mikrop ve Çelik Kitabı”,

vakit gece yarısı, zaman hızla sabaha akıyor.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s