Tarihsel Kriz

21 YY tarihin en sancılı yüzyılı olarak kayıtlara geçeceğine benziyor. Çünkü dünya genelinde bir tıkınma, çözülme ve yozlaşma yaşanıyor. Buna kapitalizmin bunalımı da , solun krizi da demek mümkün.

Her iki durumda da bir krizden bahsetmek yerinde olur.

Hayat teoriden ibaret değil. Binlerce yıllık deneyim ve gözlem gösteriyor ki, söylenen sözler hep eksik kalmış. Biri çerçeveyi çizmiş, diğeri taşırmış, bir başkası renkleri karıştırmış, tümden çerçeveyi boşaltmak isteyenler de çıkmış.

Sonuçta 2020 yıllarında küresel bir krizin yaşandığı, insanlığın yerlerde süründüğü aşikâr.

Bu gün internet sayesinde dünya genelinde yaşanılanları çok hızlı öğreniyoruz.  Deprem anını canlı izliyoruz, gökyüzünde hedefine giden füzeleri çayımızı yudumlayarak seyrediyoruz.

Daha neler, neler…

Ama bu hızlı değime denk bir dönüşümün yaşandığını söylemek çok mümkün görünmüyor.

İnsanlık binlerce yıllık deneyime rağmen, ilk çağların ilkelliğiyle yol almaya çalışıyor.

Savaşlar bütün hızıyla sürüyor, göç ve göçertme insanlığın en büyük dramı olarak ortada duruyor. Açlık, yoksulluk, hak mahrumiyeti, sağlıksız yaşam koşulları…

Sanki hiçbir uygarlık katmanı geçirmemiş bir zihniyetle karşı karşıyayız. Teknoloji alabildiğince gelişiyor ama insanca bir yaşam standartları çağın gerisinde seyrediyor, insanlık buharlaşıyor.

Çağlar ötesi ilkler, ne devrimlerin anası değişiklikler, ne de yazılı hakların bir önemi yok. Bir çırpıda en uygar toplumlar, birden bire en ilkel yöntemlere dönebiliyor.

Zihniyet tarih sayfaları kadar eski, araçlar yepyeni ve daha bir öldürücü.

Bu gün yeryüzünde ki silahların miktarı, tahrip gücü, parasal değeri ölçülemiyor bile.

O kadar ki insanlık kendinden geçmiş durumda. Her türlü imkân kullanılıyor ama huzur için, insanca bir yaşam için kafa yoran insanların sayısı o kadar az ki…

Ortalığı daha doğrusu Çin’i kasıp kavuran Koranavirus’in insanlığı düşürdüğü azizliğe bakar mısınız?

Sanki basit bir salgınla karşı karşıyayız. Çin’de kentler karantina altına alınırken, başka coğrafyalar kendi havalarındalar.

Hani gelişmiştik, hani teknoloji her şeye kadirdi?

Demek yanlış giden bir şeyler var.

Bunca dini kitap, bunca filozof ve bunca devlete rağmen insan hala üşüyor, açlık çekiyor, virüsten ölüyor, işkence görüyor, hakları için bedel ödüyor.

Bunca gelişmişliğe rağmen insanların söz hakkı buharlaşıyor,  düşünce dünyası çoraklaşıyor.

Uzun lafın kısası geçmişten ders alınmıyor, iktidar ve hegemonya için her şey mubah sayılıyor.

Dünya genelinde bir tartışma, bir karmaşa.

Süren çatışmalar neyin, nesi?

Paylaşılmayan nedir?

Birkaç km toprak mı, yoksa iktidarların nimetleri mi?

Ya da bilmediğimiz bambaşka nedenler mi?

Görünen o ki, eski imparatorluk hayranlığı, kral ve hükümdar olma sevdası bir doktrin olmuş durumda.

Yaşanan kriz bu şekilde aşılmaya çalışılıyor.

Yani daha fazla baskı, daha fazla savaş, daha fazla hükümdarlık.

Oysa hepimiz biliyoruz ki, insan için doğru olan savaşlardan uzak durmak, toplumsal kaynakları tüketmemek, doğaya sahip çıkmak ve her kesin rengiyle yaşamasını sağlamaktır.

Beylik laflar gibi oldu ama başka da bir yol yok. Gidilen yol, yol değil. İnsan haklarıyla, varlığı ve benliğiyle var olmalıdır.

Ne sınır, ne yasa, ne da iktidar buna engel olmamalı.

Çünkü insan doğada yaşayan en kırılgan canlıdır. Çok baskı çarkı tümden kırabilir. Herkesin bu kırılma sürecinde payı var, onarmada da payı olmalıdır.

Ben var olmalıyım, beninle birlikte başkaları da var olmalıdır. Başkaları diye bir şey de yok aslında. İnsanlık var ve kocaman bir aile. Bu ailenin kurtuluşu da herkesin çabasına bağlı.

Var olunacaksa, hep birlikte var olmak en doğal ve doğru olanı…

Bunun için şimdi düşünme zamanı.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s