Feyzi Çelik yazdı…
“Korona var diye diğer hastalıklarda bir azalma görülmüyor. Hatta daha da artıyor, tedavi olanakları azalıyor. Korona teşhisi konulur korkusu, insanları hastaneye gitmekten vaz geçiriyor. Korona ile mücadele edeyim derken, binlerce kronik hasta ölümle karşı karşıya kalıyor. Çin’le ilgili olarak alıncak çok ders vardır. O da salgına özgü/özel hastanelerin açılmasıdır. Çin bunu yaparak, milyonlarca insanın ölümünü engelledi. Başta İstanbul olmak üzere bazı hastanelerin sırf Koronaya tahsis edilmesi yetmiyor. Atatürk Havalimanı gibi alanlar hızlı bir şekilde Sahra hastanesi ve karantina alanı haline getirilebilir. Diğer hastaneler ise Korona dışındaki tüm vakalara açık olmalı, bu husus kamuoyuna deklare edilmelidir. Diğer şehirlerde de buna benzer uygulamalara derhal geçilmelidir.”
Gazeteci Fikret Bila 2007 yılında “PKK ile Geçen 24 Yılın Komutanları” başlıklı bir dizi mülakat yaptı. Bu dizinin en ilginç ve ses getiren kişi, Kürt sorunu ile ilgili gecikmiş olsa da bazı tespit ve öz eleştiri getiren General Aytaç Yalman’dı. Aytaç Yalman bu mülakatta şöyle demişti: “1938-1970 yılları arasında Kürt sorunu ile bağlantılı herhangi bir faaliyetinin olmadığına dikkat çekiyor ve Kürt kimliğine ilişkin taleplerin 1970’en sonra DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) ile belirmeye başladığını söylüyor. Yalman’a göre bu dönemde Kürt sorunu kendini “ifade etme” isteğinde gösteren “saf bir sosyal sorun”dur. Kürtler “dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor… Bir şekilde sosyal-siyasal alana çıkmak, o alanda yer tutmak istiyorlar.” Yalman, “eğer Kürt sorunu henüz bu boyuttayken bazı sosyal önlemlerin alınmış olsaydı, sorun bu derece büyümeyecekti” kanaatini taşıyor. “Ancak” diyor Yalman, “ bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz.”
Bu mülakat dizisinde konuşan Kenan Evren bile Kürt sorunu konusunda hata yaptıklarını söylemişti.
2007 tarihi önemli bir tarihtir. Kürt sorunu konusunda eleştirel yaklaşım gösteren askerlere yönelik Ergenekon adı altında operasyonların başlangıcı da bu döneme gelmektedir. Mart 2009 yerel seçimlerinde Iğdır’ı da kazanarak büyük başarı gösteren Kürt Siyasal hareketine karşı o dönemde sivil denilen siyasetçilerden Cemil Çiçek, Iğdır’ı kast ederek Kürt siyasetinin Ermenistan sınırına dayandığını söyleyerek kısa bir süre içinde meşhur kelepçeli KCK operasyonunun da startı verilmiş oldu. Operasyon serisi devam etti. On yılları aşkın cezalar verildiği biliniyor.
O dönemde, görevinin başında olup da, Kürt sorunu konusunda bireysel haklar düzeyinde(TRT 6’da Kürtçe yayın vs) olsa da bazı düzenlemelerin yapılması gerektiğini söyleyen Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasının olması da dikkat çeken hususların başında geliyor. O dönem de şimdi de iktidarda AKP vardı. Erdoğan başbakan, Gül Cumhurbaşkanıydı.
Aytaç Yalman ismi neredeyse unutulmuşken, Korona virüsten ölümü üzerine yeniden gündeme geldi. Manipülasyon görevi verilen ve imajıyla normal AKP’lilerden farklı bir imaj gösteren(?) Sağlık Bakanının imajını yok eden de Yalman’ın Korona virüsten öldüğünün açıklanmış olması oldu. Neyse diğer AKP’lilerden farklı olarak “Aytaç Yalman’ın ilk testi negatif çıktı, kendisi KOAH hatası olarak tedavi altına alınmıştır, ancak çevresi tarandı, eşi de dün pozitif çıktı. Hayatını kaybeden sayısı 3 olmuş oldu.” demiş oldu. Fahrettin Koca’nın bu açıklaması her şeyi açığa çıkarmış oldu. Böylece manipülasyonun boyutu da ortaya çıkmış oluyor. Günlerdir bakana övgü getirenler bakalım buna ne diyecekler? Bir şey demeyecekler, sağlık görevlilerini alkışlamak adı altında Sağlık bakanını topluca alkışlamayı tercih ettiler.
Korona virüs konusunda en doğru lafı söyleyen kişi işimiz “dua ve sabra kaldı” diyen Erdoğan oldu. Gerçekten de öyle oldu. Ama dua ve sabır mekanları tatilde. Bakalım ne olacak?
Wuhan’da salgın çıktığında İdlib üzerinden savaş narası atanların asıl nereye odaklanmaları gerektiği şimdi daha iyi ortaya çıkıyor. Muhalefet de bundan iktidar kadar sorumludur. Çünkü İstanbul Bilboardlarında Korona yerine İdlib şehitleriyle ilgili yazılar durmaya devam ediyor. Gerçekten işimiz Allah’a ve tesadüflere kalmış durumdadır.
Aytaç Yalman’ın Koronadan ölümü her şeyi açığa çıkardı. Korona var diye diğer hastalıklarda bir azalma görülmüyor. Hatta daha da artıyor, tedavi olanakları azalıyor. Korona teşhisi konulur korkusu, insanları hastaneye gitmekten vaz geçiriyor. Korona ile mücadele edeyim derken, binlerce kronik hasta ölümle karşı karşıya kalıyor. Çin’le ilgili olarak alıncak çok ders vardır. O da salgına özgü/özel hastanelerin açılmasıdır. Çin bunu yaparak, milyonlarca insanın ölümünü engelledi. Başta İstanbul olmak üzere bazı hastanelerin sırf Koronaya tahsis edilmesi yetmiyor. Atatürk Havalimanı gibi alanlar hızlı bir şekilde Sahra hastanesi ve karantina alanı haline getirilebilir. Diğer hastaneler ise Korona dışındaki tüm vakalara açık olmalı, bu husus kamuoyuna deklare edilmelidir. Diğer şehirlerde de buna benzer uygulamalara derhal geçilmelidir. Öyle Erdoğan’ın kararını beklemeye gerek de yoktur. Yerel yönetimlerler bu rolü oynayabilir. Toplum bu desteği vermelidir.
Cezaevleri bu tür salgınların en zayıf noktasıdır. Burada görev yapanların da risk altında olduğu kuşkusuzdur. Ortada İran örneği varken, Cezaevinden tahliyeleri sağlayacak uygulama ve düzenlemelere acil ihtiyaç vardır. Bir çok mahkeme ve savcılık dahi kendi inisiyatifi ile serbest bırakma kararları verebilse de bu konuda acil bir serbest bırakılma/infaz durdurma veya af düzenlemesine acil ihtiyaç vardır.
Evet, Aytaç Yalman, ölümü ile gerçeklerin üstünün örtünmeyeceğini göstermiş oldu. Gerçekler ortadadır. Önlemsizlik herkesi tehdit edecek boyuttadır. Nereden başlanırsa başlansın başlangıçlar iyidir, zararı yoktur, yararı vardır.
