Kapı Avdo…


Bir yakın zaman hikayesi…

Kapı Avdo. Kapı Avdo, her sabah erkenden bir başına kaldığı evden çıkar; köhne, eski dükkanının neredeyse çürümüş tahta kepeneklerini açar, çocukları gibi sevdiği kedilerini dışarı çıkararak güne başlardı. Yavru kediler de Kapı Avdo’nun gelişine sevinir, hep bir ağızdan miyavlayarak ayaklarına sokulur, kucağına atlamak isterlerdi. 60 yaşlarında olmasına rağmen hiç evlenmeyen Kapı Avdo, evden getirmiş olduğu peyniri, fırından aldığı sıcak ekmeği yemlik olarak kullandığı eskimiş aleminyum tabağa müthiş bir yavaşlıkla doğrayarak, üzerine de biraz süt dökerek, kedilerin karınlarını doyurur, kendisine demli bir çay söyleyerek,ekmek peynirle azıcık kahvaltı yaptıktan sonra da dükkanında ki işlere koyulurdu. Yemeniciydi Kapı Avdo. Dar ve karanlık , toprak damlı dükkanında gece gündüz yemeni yapar, şipariş üzerine yaptığı kösele yemenilerden, deri ayakabılardan elde ettiği gelirle yaşamaya çalışırdı.Her ayakkabıyı tek tek eliyle kalıplara alır,diker ve giyime hazır hale getirirdi. Kuri Aşiretinden olan ve Viranşehir’den geldiği söylenilen Kapı Avdo, uzun ve ince boylu, kırlaşmış pala bıyıkları, çökmüş yüzüne rağmen müthiş bir karizması vardı Siverek’te. Uzun boylu olduğu için de Kapı Abdo denilirdi ama asıl adı Abdo’yê Nazo’ydu.Nenesinin adıyla anılmasına rağmen, heybetli cüssesi nedediyle Kapı Avdo olarak bilinirdi.Az konuşan, kimilerince esrarkeş olarak da tanınan bu yaşlı amca, kelli felli birisi olmamasına rağmen Siverek’te en çok tanınan insanlar arasındaydı. Kimdi, hangi aşirettendi bilen pek yoktu ya da kimse bu yönüyle tanımazdı onu. O, kendi başınaydı. Ne kardeşleri, ne aşireti, ne de ailesi sayesinde tanınıyordu. Siverek’in Şeytan Küçesinde, Hec Abzer Hanı girişinde köhne bir dükkanda, deri kösele kundura dikerek yaşamını sürdürür, onlarca kediye sahiplik eder, onlara bakardı. Hem de evlatları gibi. Yaz –kış omuzlarından indirmediği ama hiçbir zaman da kolunu geçirmediği gabardin ceketi hep omzundaydı. Yılların solmuşluğunu taşısa da o ceketini değiştirmezdi. Suriye’den hediye gelen ceketin altına yine gabardin kahverengi şalvarı giyer, kendi elleriyle yaptığı kösele kunduraların topuklarını kırarak ve ellerini arkasında bağlayarak her sabah Kale Boğazı’ndan ağır ağır yürüyerek ve sıklıkla derin derin öksürerek dükkanına gelirdi. Dükkanına geldiğinde ilk iş kedilerini doyurur, yıllardır boyanın ve yapıştırıcının etkisiyle tahtalaşan önlüğünü giyer, elindeki “ drevti” denilen deliciyi bir deriye, bir köseleye batırarak kundura yapmaya başlardı. Kösele yumuşasın diye birkaç gün suda bekletir, delicisini sürekli sivrilterek işinin çabuk olmasını sağlardı. Kuzu derisi kullandığı ayakkabılar özellikle orta yaş insanlarda oldukça rağbet görür, herkes Kapı Avdo’nun ustalığına vurgu yapardı. Ağaları, beyleri , zorba insanları sevmezdi Kapı Avdo… Arkadaşlarının çoğu yoksul ve meteliksiz insanlardı. Delileri çevresinde toplar, ekmeğini ve sigarasını onlarla paylaşırdı. Gelen misafirlerine çay ikram eder, köhne de olsa dükkanının bir kenarında oturturdu. En çokta “ talebe” dostları vardı. Okuyanları sever, sayardı. Sabahın köründe başladığı çalışmasını yazın sıcak bastırana kadar sürdürür, sonra ara verir, önlüğünü çıkartır, dükkanını öylece bırakıp, ceketini omuzlarına alarak Siverek’in dar sokaklarına dalardı. Kapı Avdo istisnasız her gün bunu yapar ama nereye, niçin gittiğini bilen olmazdı. Soran olsa da cevap vermez,sigarasından derin derin duman çekerek, yoluna devam ederdi. Dükkanı ise öylece açık kalır, her şey yerli yerinde dururdu. Kapı Avdo yıllarını böyle geçirdi. Parmaklarındaki dırevti yaraları nasırlaştı, nasırlar kemikleşti yıllar içerisinde. Ekmeğini kedilerle paylaştı. Devrimcilerin dünyalarına yakın durdu, dükkanında bildirilerini sakladı,Yılmaz Güney’in posterlerini toprak sıvalı dükkanının en aydınlık yerine astı… Onun heybetli boyu ve karizmatik kırlaşmış bıyıkları Şeyh Bedrettin’i andırdığı için o yıllarda Siverek ve çevresinde belgesel çekmeye gelen Ünlü Fotoğraf Sanatçısı Tuğrul Çakar’ın dikkatini çekmiş, dükkanının önünde ki tezgah başında ki hali fotoğraflanarak ölümsüzleştirilmişti. Siverek’in en kadim ayakkabı ustası Kapı Avdo’nun bu olağanüstü siyah beyaz fotoğrafı aynı zamanda bir kartpostala dönüştü. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin adlı şiirinin dizeleri Kapı Avdo’nun heybetiyle birleşince, ortaya sahici bir Şeyh Bedrettin sülieti çıktı. Kartpostal kısa sürede en popüler kartların arasına girmeyi başardı, elden ele dolaştı. Ama kimse fotoğraftaki kişinin Kapı Avdo olduğunu bilemedi. O da kartpostallardaki fotoğrafına aldırış bile etmeyerek yaşamına devam etti.Yıllarca sol düşünceyi taşıyanlar bu kartpostalı cezaevlerine, sevdiklerine, dünyanın diğer uçuna gönderdi. Şeyh Bedrettin yıllar sonra Kapı Avdo’nun köhne dükkanında yeniden milyonlara ulaştı. O yıllarda (1978-79-80) Siverek ateş çemberinden geçti, gençler dar ağacına, işkence tezgahalarına alındı. Her şey hızlıca darmadağın olurken, Kapı Avdo yaşam biçimini hiç değiştirmedi. Az konuşan ama konuştuğunda da çok şey söyleyen birisi olarak yalnızlığı sürdürdü. Çok misafiri olsa da, o hep bir başına yaşadı. Kapı Avdo’nun bir gün dükkanı açılmadı. Hayatında ilk kez dükkanını açmıyordu. Siverek’in dışına bile çıktığı duyulmamış, görülmemişti.Bir yere gitse, anahtarı birilerine verir, dükkanını açtırırdı. Ama bu kez dükkan açılmamıştı. İçerde mahsur kalan kediler o gün akşama kadar miyavladılar, kepenekleri tırmaladılar. Komşuları kötüye yormak istemediler Kapı Avdo’nun gelemeyişini. Ertesi gün kara haber ulaştı Şeytan Küçesine. Kapı Avdo tek başına kaldığı toprak damlı evde, Ahmed Arif’in şiirlerinde yazdığı gibi bir kuşluk vakti ölmüştü, habersiz ve kimsesiz. Sıvası dökülmüş duvarlar, birkaç parça kap kacak ve Suriye malı ceketi odanın orta yerindeydi. Anlaşılan kendisini zor atmıştı yer döşeğine. Ölüm onu bir başına yakalamıştı. Zulalarında birkaç adres ve çok az bir para bulundu. Kurumuş bir ekmek, yarım bırakılmış bir sarılı kalın sigara ve Halep malı bir tütün tabağı Kapı Avdo’nun özel eşyaları olarak toplandı… Yalnızdı, yaşlı ve kimsesizdi Kapı Avdo. Akrabaları, kardeşleri vardı ama o bir başına yaşamayı tercih etmişti. Öldüğünü duyan deliler, kimsesizler o gün ağladılar durmadan. Kedileri miyavlayıp durdu kepeneklerin arkasından. Anlamışlardı sanki kötü bir şey olduğunu. Ertesi gün komşular kepenkleri açar açmaz kedilerin her biri bir tarafa kaçıştı. Kapı Avdo’yu aradılar insan kalabalıkları arasında. Ama Kapı Avdo yoktu, geriye dönülmeyecek bir yolculuktaydı. Sokaklarda aç aç dolaşan kediler birkaç gün sonra Kapı Avdo’nun semtini terk ettiler ve kayboldular ortalıktan. Kapı Avdo bildiği gibi yaşayan, yoksul ve bir o kadar da mağrur birisi olarak yaşamını noktaladı.Kedilerle, delilerle, devrimcilerle paylaştığı sofrası ve nasırlı elleri onu ölümsüzleştirdi Şeytan Küçe’sinde. Aradan 40 yıl geçti. Kapı Avdo’nun karanlıklar içerisinde, bütün heybeti ile oturan resmini görünce içimden bir şeyler koptu sanki. O yıllara, çocukluğumun geçtiği sokaklara geri döndüm… Hayatın siyah beyaz olduğu yıllara döndüm. Kaç insan hatırlanır ki onca yıl sonra? … Merhum Tuğrul Çakar’ın objektifinden günümüze ulaşan siyah beyaz fotoğrafı Kapı Avdo’nun hikayesinin bir özetti gibi. Yorgun gözler, kırlaşmış bıyıklar ve nasır tutmuş eller… Kapı Avdo yüreğinde kaç sevda eritti, kaç vurgun yedi bilinmez. Bilinen o ki her gün yeniden acıtarak, kanatarak yüreği ateşlerde kavruldu, hançerlendi, yaşamın girdabında çırpındı ve ansızın sessizce terk ê diyar etti..
Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s