Bunu Biliyor muydunuz Diyarbekir Karacadağın dünü bugünü
Evliya Çelebinin seyahatnamesinde sığ ormanlık alan olarak anlattığı Karacadağ’da bugün tek tük ağaç kaldığını biliyor muydunuz?
Evilya çelebinin bu konudaki görüşlerini, günümüz gerçekliği ile birleştirerek anlatmaya çabalarken, bu konuyu Belgesel Fotoğraf sanatçısı Şeyhmus Çakırtaş’ın anlattığı yazıyı görünce işi ehline bırakmak gerektiğini düşündüm, buyrun birlikte okuyalım bu güzel satırları:
“….Evliya Çelebi’nin ormanlık alan diye söz ettiği, bir zamanlar binbir çiçek yetişen Karacadağ’da artık sadece kıl çadırlar ve develer var…
Karacadağ, Diyarbakır-Urfa-Mardin üçgeninde oldukça geniş bir alana yayılan, sönmüş volkanik bir dağ. Yöre insanı dışında, çoğu kişi Karacadağ’ın bir dağ olduğunu bile bilmez ya da fark etmez. Çünkü dağlarda olan birçok yeryüzü şekli ve dağ dokusuna Karacadağ’da rastlanmaz. Daha çok yüksek bir yaylayı andırır. Ama yayla değil, basbayağı dağdır. Dağın rakımı Urfa sınırlarında 550 metreyken, daha üst kısımlarına gidilince 1915’e kadar ulaşır. İnsan yükseltinin farkına bile varamaz. Derin vadileri, yüksek uçurumları yoktur. Ancak yükseltisi kışın zemheri bir soğuk, yazın serin bir esinti olur insanın yüzünde…
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Karacadağ’dan bahsederken, sığ ormanlık alanların varlığına dikkat çeker. Urfa’dan Diyarbakır’a giderken, meşeliklerden güneş yüzü göremediğini, yolculuk boyunca binbir çeşit bitki ve çiçek gördüğünü defterine kaydeder. Evliya Çelebi’nin tarihe düştüğü not ne kadar doğru bilemiyorum ama Karacadağ’ın geçmişten taşıdığı birçok izi günümüze ulaştırdığı halde, bugün artık özelliklerini bir bir kaybettiği görülüyor…
Sığ olmasa da birçok ağaç türü her bahar kökü üzerine yeşeriyor yeşermesine
ama üç-beş gün de koyun sürülerinin, develerin gazabına uğrayarak, yapraksız ve dalsız kalıyor. Kökü toprakta gökyüzüne uzanmanın umuduyla, bir başka baharı bekliyor. Yani Karacadağ ağaçsız bir dağdır. Evliya Çelebi’nin yazdığı dokuyu kaybedeli yıllar oldu. Karacadağ taş istilasındadır. Ne ağaç, ne binbir çeşit çiçek var ortada. Her yer simsiyah taşlarla kaplı. Umudunuz derin bir hüzne dönüşebilir. Ama umudunuzu kaybetmenize gerek yok. Kaç talana, kaç yangına uğradı Karacadağ?.. O bilinmeyen, kaçak söylenen bir türküdür köy odalarında. Cevabı dengbejlerin yanık seslerinde saklıdır. Talana, yangına ve sürgüne dair söylencelerin adıdır Karacadağ… Yoksulluğun ve koçerlerin sığınağıdır. Bütün ağaçlarını kaybetmiş, çırılçıplak kalmış ulu orta.
Ama bir Bedro Tepesi vardır ki insana umut aşılar, Evliya Çelebi’yi hatırlatır. Çölün ortasında bir vaha misali. Bedro bütün siyahlığa rağmen ağaçlı ve yeşildir. Bir orman değildir, koruluktur. Asırlık meşelikleri insanı soluklandırır. Evliya Çelebi’nin anlattıklarının binde biri kadar olmasa da- meşe ağaçları bütün savrulmuşluklara inat, dimdik ayaktadır… Her nasılsa korunmuş, bugünlere ulaşmıştır Bedro Tepesi. Bir de kıl çadırlar vardır yanı başında Bedro’nun. Yoksuluk ve unutulmuşluk kokan, teknolojiden uzak, elektiriksiz kıl çadırlar. İçlerinde sıra sıra ve her yaştan zayıf, çelimsiz çocuklar yaşar. Anneleri, babaları dağda, bayırda koyun sağmada ya da otlatmada. Onlar ise yapayalnız, bir başlarına çadırlarda büyümeyi beklerler. Kapkara gözleri, soğuktan çatlamış elleri Karacadağ dokusunun tamamlayıcısıdır adeta…
Ne eski koyun sürüleri ne de geniş otlaklar var artık… “Yoksulluk bizi burada yaşamaya mecbur ediyor. Başka ne yapabiliriz? Koyun nerede doyarsa biz ordayız. Bu yıl kurak geçiyor. Koyunların sütü yok denecek kadar az” diyor Bedro’lu Hasan amca. “Çeltik tarlaları vardı buralarda eskiden. Karacadağ pirinci deyince akıllar dururdu. Şimdi biz burada bulgura hasretiz” diyor Hasan amca, “Çok değil, 70-80 yıl önce buralar hep ağaçlarla kaplıydı. Kesilenler, yakılanlar derken elimizde üç-beş ağaç kaldı. Korumaya çalışıyoruz. Bir gölgelik olsun, üç -beş kuş yuva yapsın diye korumaya çalışıyoruz..” diyor içi burkularak…
Kenger
Karacadağ’da orman kalmadı ama bin yılların “kenger”i direndi zamana. Kar erimeye başlayınca, kenger topraktan fışkırır. Hele birazcık güneş görsün, dikenli yapraklarını toprak yüzeyine, gövdesini de toprağın derinliklerine uzatır. Kara, soğuğa dayanıklıdır. Her taşın altında biten kenger, yöre insanın da vazgeçilmez yemeğidir. Beş-on santimetre uzunluğundaki etli ve süt beyaz gövdesi yemek yapılırken, dikenleri kuruyunca çevre köyler için iyi bir yakacak olur. Bahar öncesi yetişmeye başlayan kenger, mayıs ortalarında yeşilliğini kaybeder, kartlaşır ve dikenleşir.
Dikenleşen kenger kadınların sırtlarında kıl çadırlara, köylere taşınır. Yani kenger üç ay aş, beş ay yakacaktır. Antik Karacadağ lavlarında yetişen, kıraç ve yanmış toprağı seven kenger Diyarbakır, Siverek, Viranşehir ve daha birçok yerde pazarlarda satılır… Özellikle Siverek’ten
onlarca kadın sabahın köründe, ellerinde demir kazıklarla kenger toplamak için Karacadağ’a akın eder. Erkeklerin kenger topladığı görülmüş, duyulmuş bir iş değil. Kenger toplamak kolay değildir. Taş taş dolaşmak, toprağı didik didik etmek gerekir. Bir de bulunan kengerin özenle topraktan sökülmesi ve temizlenmesi, dikenlerinden arınması lazımdır… Kenger inatçı ve dikeni yakıcıdır. Ama kenger aştır Siverekliye, Karacadağlıya…
Karacadağ’ın develeri
Türkiye’nin bir başka yerinde deve var mı bilmem ama, Karacadağ’da sürülerle var. Bütün bu yoksulluk ve yokluk içerisinde develer koca bir ayrıntıdır. Hem de özgür bir şekilde otlanır, oradan oraya gezinip dururlar. İlginçtir kalan tek tük ağacın yapraklarını ve kenger dikenini yiyerek beslenirler ve sürüler halinde Karacadağ sırtlarında başı boş dolaşırlar. Sahipleri var, ancak doyurmak sorun olduğu için sürüler halinde doğaya salınmışlar. İhtiyaç duyuldukça doğadan toplanır, yük taşımada kullanılır. Develerin de son demlerini yaşadıklarını söylemek yanlış olmayacak. Tıpkı asırlık ağaçlar gibi. Çöl hayvanıdır deve, dayanıklı ve heybetlidir.
Özcesi Karacadağ ağaçsız bir dağdır bahar mevsiminde. Ne çeltik tarlaları kalmış ne de geniş otlakları. Evliya Çelebi’nin bahsettiği ağaçlar çoktan toprağa karışmış, küllerinden eser bile yok. Ama Karacadağ ağaçlı bir dağ olmayı özlüyor. Bin yılların gizemli ormanlarını barındırmak, her türlü canlıya ev sahipliği yapmak için birazcık ilgi bekliyor. Öyle sanıldığı kadar büyük paralara ve projelere ihtiyaç da yok. Sadece bahar aylarında yeşeren ağaçları korumak, Karacadağ’ı cıvıl cıvıl ağaçlı bir dağ yapar… Karacadağ çöl olmadan bu haykırışı duymak gerekmez mi?
(ŞEYHMUS ÇAKIRTAŞ’ın Ağaçsız bir dağ isimli makalesinden)
Bunları biliyor muydunuz?
sevgiyle kalın
ergün eşsizoğlu