Gizemli Bir Mabedin yeniden dirilişi: Göbeklitepe

Günün son deminde, erken neolitik çağdan kalan arkeolojik kazı alanı Gırê Mıraza/Göbekli Tepe’ye vardığımızda güneş batmak üzereydi. Gökyüzü gri ve kızıl bir ton arasındayken, güneye düşen Harran Ovası sis tabakasının altında adeta kaybolmuş durumda. Kuş bakışı görünen ve oldukça puslu bir deniz gibi, belli belirsiz seçilen tarlalar ve tek tük  ağaçlar, uzakta, güneyin ufuk çizgisinde, gökyüzünde kaybolarak, insana sonsuzluk hissi veriyor…

Son yıllarda adından sıkça bahsedilen Göbekli Tepe’de ortaya çıkarılan kalıntılar ilk anda insana sıradan kalıntılar gibi gelebilir. T  ve ters L şeklinde dikilen ve bir sistem dahilinde dizilen taşların 12 bin yıllık geçmişi olduğu gerçeği ifade edilince; insan durup, düşünmeye başlıyor.

İnsanın beyninde çakan yıldızlar, 12 bin yılda düğümlenip kalıyor.12 bin yıl, insan için oldukça uzunnnn bir zaman.

Tarihle ilgilenen herkesin ilgisini  çeken, şu ana kadar erken neolitik çağın bilinen bilgilerini yeniden yazdıran kazı alanında çıkan kalıntılar, tarihin kalın ve karanlık perdesini yırtarak, geçmişe ışık tutuyor.

Çok eski bu sıra dışı alan, kazıldıkça bizleri şaşırtmaya devam edecek. Çünkü daha onda biri bile kazılmadan, bunca tartışma ve meraka neden oluyorsa, kazının bitmesinde neler yazılacak, neler?

Göbekli Tepe Urfa’nın 15 kilometre kuzeydoğusunda bulunan ve erken Neolitik döneme ait kalıntıların yer aldığı alanda, 1995 yılında başlayan ve kazı başkanı Prof. Dr. Klaus Schmidt ölümü olan 2014 yılına kadar aralıksız olarak süren  çalışma programına göre 2 ile 4 ay arasında değişen sürelerde arkeolojik kazılar yapıldı. Ani ölümünden sonra çalışmalar devam etse de bazı noktalarada kesintiye uğradı.

İnsanlık tarihinin şimdiye kadar ortaya çıkarılan en eski anıtsal, mimari kalıntılarının bulunduğu tepe, 800 metrelik bir rakıma sahip ve insan eliyle oluşturulmuş bir benzersiz alandan oluşuyor.

Tepede bulunan ve belli bir sistematiğe göre inşa edilen alan muhtemelen avcı toplayıcı toplumlar için önemli bir toplanma, ayin merkezi, ya da bir tapınaktı. Çok net bilgiler olmasa bile buranın bir törensel alan olduğu taşların dizilmesinden anlaşılıyor.

Dairesel bir alan esas alındığı, alanın da doğal yek pare zemin görevi gören kayadan oluşan yapının orta yerinde iki devasa T şeklinde büyük anıtsal taş, bu taşların etrafında yine T şeklinde olan ama iki taştan daha küçük olan başka taş anıtlar dikilmiş.

Devasa taşlar, kaya zeminine oyularak yerleştirilmiş.Dolayısıyla müthiş bir taş işçiliğinden bahsetmek mümkün. İlk çağ taş ustalarının bunları hangi amaçla yaptıklarını bilmiyorun ama müthiş bir ustalık gösterdikleri, bu gün bile ulaşılmayacak bir eser ortaya koydukları görülüyor.

Anıtsal taş  ve üzerlerinde ki hayvan figürleri,  kazı boyunca insan heykelleri o dönemle ilgili çok önemli ip uçları veriyor.

Göbeklitepe yakın geçmişe kadar ziyaret olarak bilinir, yaşlıların anlatımlarına göre şifa aranan ve adanan adakların kesildiği  yer olarak zihinlerde kalmış.

Toprağın uyandığı bahar mevsiminde adak adayanlar, şifa arayanlar Göbekli Tepe’ye gelir, asırlık Dardağan(Teyêr, tihok) ağaçının altında kurban keser, dilek için ağaca bez bağlarlardı.

Bu gün bahsedilen Dardağan ağaçı artık yok. Onun yerine ekilen dut ağaçı aynı görevi yürütüyor. Kurban kesimi hemen hemen yok gibi ama ağaca asılı bezlerden anlaşılıyor ki, buranın ziyaretçileri eski gelenekleri kısmen devam ettiriyor.

Xırabreş/Örencik Köyünde oturan yaşlıların anlattıkları bir söylence, buranın halk arasında da görkemine denk olduğunu gösteriyor. Özellikle ziyaret olarak kabul gören tepedeki ağacın altında zaman zaman beyaz bir yılan  göründüğü anlatılır. Yıllanı bizzat gören olmasa bile Göbeklitepe’de ki anıtsal taşların hemen hemen hepsinde yılan kabartmasını görmek mümkün. Bu da alanı daha bir gizemli kılıyor, yılan figürünün ne anlama geldiği konusunda merakın uyanmasına neden oluyor.

Şu an ki arkeolojik kayıtlara göre ilk kez 1963 yılında, Amerikalı bir arkeologun yüzey araştırmalarıyla kayıtlara geçen Göbekli Tepe,  Xirabreş/Örencik olarak bilinen köyün sınırları içinde bulunuyor. Köyün isminin eskiden beri, ören yeri yani xırabe, terk edilmiş yer olarak kullanıldığı, sonradan bölge köylerine Türkçe isim verildiğinde Örencik olarak belirlendiği biliniyor.Kazı alanına ise çoğunlukla Ziyaret/Gırê Mıraza ya da son yıllarda tepenin göbeği andırması nedeniyle Gobekli olarak bilinir.  Kazı Ekibinin Göbekliden yola çıkarak buraya Göbeklitepe dediği biliniyor.

Kürtçe’de xırabe kelimesi çoğunlukla terk edilmiş yerler için kullanılır. Sadece Urfa il sınırları içinde en az on yerleşim yerinde Xirabe adına rastlamak mümkündür. Köyün Kürtçe ismi, alanın eskiliği dikkate alınarak verildiğini söyleyebiliriz.

Kazı çalışmalarını en başından beri yürüten, yönlendiren ve çıkan kalıntıları değerlendiren  arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt bu alana ömrünü veren bir bilim insanı. Ömrü gerçekten eski taş devri alanları araştırmakla, kazmakla geçti. 1978 yılında Elazıg Norşun Tepe, Sonra Urfa Lidar Höyük ve Newala Çori kazılarında bizzat yer alan Schmidt asıl kariyerini Göbeklitepe’de en zirveye ulaştırdı.

Göbeklitepe’de1990-93’lerde  yüzey araştırmaları yaptıktan buranın aranan yer olduğuna kanaat getirerek, Berlin Arkeoloji Endüstüsü adına burayı kazma kararı verdiğinde, dünya Newala Çori’deki çıkan kalıntıları tartışıyordu.

Prof. Dr. Klaus Schmidt  ise daha eski bir alanın umudunu içinde taşıyor,kazılarda ortaya çıkacağına inanıyordu.

Çünkü Newala Çori’de ortaya çıkan kalıntılar neolik çağın önemli ve en eski alanlarının da bu çevrede olması gerektiği düşüncesi olgunlaşıyordu…

Kazı için yazışmalar, raporlar, sunumlar derken, 1995 yılında ilk kazı vurulmaya başladığında hiç kimse mevcut tarih anlayışının değiştirecek kalınlılara ulaşılacağını bilmiyordu.

Kazı çalışmalarının başlamasından sonra sık sık ziyaret ettiğim Göbeklitepe’ye her geldiğimde şaşıp kalıyorum. 12 bin yıllık kalıntılar imkansız olanın başarıldığını gösteriyor. Hem insan zekasının muazam gücü, hem de bilinenlerin aksine her şey çok organizeli ve sistemli. İnsanların taş devri dediği, her şeyi taş temelinde şekillendirdiği dönem Göbeklitepe kazılarına kadar karanlıkta kalmışken, kazılardan ortaya çıkan kalınlar, anıtsal taşlar ve yarı insan, yarı hayvan heykeller, 12 bin yol önce insanların büyük bir organizasyona imza attıkları, kolektif bir yaşam yürüttükleri anlaşılıyor.

Bu taşların makinelerle yerleştirilmediğine göre, olağanüstü bir iş birliği ve dayanışmanın yaşandığı öngörülüyor.

Bundan on yıl önce defterime yazdığım bilgilere göre  kazı başkanı Prof..Klaus Schmidt  Göbeklitepe için bize şunları anlatıyordu: “Şu ana kadar bilinen ve insan eli ile inşa edilen en eski tapınak örneklerini bulduk. 1995 yılında arkeolojik kazılara başlamadan önce bu mimari eserlerden hiçbiri yüzeyde görünmemekte idi. Bu açıdan bakıldığında Göbekli Tepe kazıları ile ortaya çıkan eserler dünyanın bilinen diğer anıtsal mimari kalıntılarından ayrılır. Stonehenge eserleri ya da Malta adası tapınakları anıtsallık açısından Göbekli Tepe ile karşılaştırılabilir, ancak bu eserler her zaman toprak üzerinde bulunmuş ve yapıldıklarından itibaren insanoğlu tarafından görülebilmiştir.

Oysa Göbekli Tepe yapıldıktan sonra insan eli ile bilinçli olarak kapatılan kalıntıları ise binlerce yıl sonra çalışmalarımız sayesinde tekrar gün yüzüne çıkarıldı ve her yıl yaptığımız kazı kampanyalarında yeni eserler gün ışığına çıkarılıyor. Bu da Göbekli Tepe kazılarına taze bir ilgi yaratıyor, çalışmalarımız merakla takip edilmesini sağlıyor” diyor.

Göbekli Tepe’de ilk kazı çalışması yapıldıktan hemen sonra basının ilgi odağı haline gelmiş olmasına rağmen, Almanya’da yayın yapan Der Spiegel Dergisi’nin 2006 yılında Göbekli Tepe hakkında yayınlanan bir haberde, Hz. Adem ve Havva’nın burada yaşadığı iddia edilmesi ve bu haberin Türkiye medyasına çarpıtılacak bir şekilde yansıtılması, farklı bir ilgiyi de Göbekli Tepe’ye doğru çekti.

Kazı alanında ortaya çıkarılan buluntular, tarihin en eski yerlerinden birini ortaya çıkarması açısında arkeoloji dünyasında zaten var olan heyecanı daha da artırarak, buranın dikkatle izlenmesine neden oldu. Hem dinler tarihiyle yakından ilgileneler, hem de erken neolitik dönemi inceleyenler açısından kuşkusuz Göbekli Tepe kazıları oldukça önemli bir kazı alanıdır.. Burada eklemek gerekir ki Der Spiegel dergisinin bilimsel verilerden ziyade, dikkat çekme üzerine kurgu şeklinde yaptığı yayın kazı başkanı Prof. Dr. Klaus Schmidt tarafından hem Alman medyasında hem de Türkiye’ de tekzip edilmişti. Klaus Schmidt Göbekli Tepe’ nin arkeoloji bilimine, insanlık tarihine getirdiği yeni verilerle, bilgilerle eşsiz bir değer olduğunu,tüm dünyada buluntularının emsalsizliği ile tanındığına dikkat çekiyor ve Göbekli Tepe’nin bilimsel araştırmaların sonuçları dışında herhangi bir yakıştırmaya ihtiyacı olmadığını vurguluyordu.

Göbekli Tepe nasıl bulundu?

Göbekli Tepe ilk kez 1963 yılında, İstanbul ve Şikago Üniversiteleri’nin ortaklaşa yaptığı bir yüzey araştırmasında V 52 adıyla Neolitik yerleşme olarak saptanmış ve yüzey araştırmasıyla ilgili 1980′de Peter Benedict tarafından yazılan makalede alanla ile ilgili ilk bilgiler verilmiştir. Bu makalede Göbekli Tepe’nin yamaçlarının çakmaktaşlarıyla dolu olduğu ve en yüksek iki tepeciğin üstünün gömütlüklerle kaplı olduğu ifade edilmiş olasına rağmen, 1960′lı yıllardaki arkeoloji bilgisi, Göbekli Tepe’nin önemini anlamaya yetmemiş, bugünkü bilgilerle söz konusu yüzey araştırması sırasında gömütlük olarak tanımlanan bulguların, üst kısımları görülen Neolitik Dönem dikilitaşları olduğunu sonradan anlaşılmıştır. Bu yüzey araştırmasını yapan ekip, Neolitik Dönem’e ait Ergani Çayönü yerleşmesinde kazı yapılmasına karar vermiş ve Göbekli Tepe binlerce yıllık ıssızlığıyla, gizemiyle tekrar baş başa kalmıştır… Öte yandan 80’li yıllarda Göbekli Tepe’de arazisi olan Şavak Yıldız adında ki bir köylü, çift sürerken bulduğu iki heykel parçasını Şanlıurfa Müzesine getirmiş, ancak müze uzmanları eserleri o zamanlar neolitik döneme ait bu tür eserler bilinmediği için eserleri önemsiz  olarak tanımlar, ama yine de dikkatli davranarak Müze deposuna almışlardır..

Böylece 80’li yıllarda Göbekli Tepe yine keşfedilmeye çok yakınken, gözlerden kaçar ve 1995 yılına kadar gizemini koruyarak, bölgede ziyaret olarak bilinir. Daha sonraki yıllarda Alman Arkeoloji Enstitüsü Atatürk Barajı suları altında kalacak olan yine Neolitik Dönem’e ait Nevali Çori kazısına yürütmüş, kısa zamanda Nevali Çori’de neolitik çağına ait oldukça önemli bilgilere ulaşmıştır. Ancak baraj sularının yükselmesi nedeniyle kazılar ancak kısıtlı bir alanda yapıldığından dolayı, kazı ekibinde bulunan Klaus Schmidt, Nevali Çori kazılarının tamamlanması sonrasında, yeni bir proje planlama düşüncesiyle, bölgede bilinen diğer Neolitik yerleşmeleri dolaşmaya başlamış, bu çerçevede Göbekli Tepe’de yüzey araştırmaları yaparak, Nevali Çori kazılarının verdiği tecrübeyle, geniş alanda yüzeyde görülebilen kireçtaşı buluntuların, heykel ve dikilitaş parçaları olabileceğini kanısına vararak, Göbekli Tepe’yi daha derinlikli araştırma yapma kararı almıştır. Göbekli Tepe’nin önemini 1994 yılında yaptığı bu ziyaret sırasında keşfeden ve kitabında bunu yeniden keşif olarak anlatan Klaus Schmidt Göbekli Tepe’den bahsederek Urfa Müzesine geldiğinde Müze uzmanları 80’li yıllarda Müzeye getirilen iki eseri hatırlayarak bunları Klaus Schmidt e gösterirler. Böylece heykellerin gerçek olduğu ve neolitik döneme ait olduğu kesinlik kazanır. Göbekli Tepe ve Nevali Çori arasında ki benzerlikten yola çıkarak, buranın Nevala Çori’nin devamı olduğu düşünülürken, kazılar ilerledikçe Göbeklitepe’nin oldukça eski bir tarihe sahip olduğu anlaşılmıştır. Göbekli Tepe’nin geniş görüş mesafelerine hâkim, stratejik coğrafi konumu, inanılmaz büyüklüğü, çok özel bir Neolitik döneme ait bir alan olabileceği kanısına varan Schmidt dünyanın en eski tapınaklarına ulaşacağını belki de o günlerde hayal bile etmiyordu. Çünkü kazı ilerledikçe “Tarih öncesi yaşam ve uygarlığa geçişle ilgili yerleşik bilgileri altüst edecek buluntular” ortaya çıkacaktı.

bu gün artık bir neolik çağ Profesörü olan. Dr. Klaus Schmidt, Göbeklitepe’yle ilgili ölmeden önce şunları ifade ediyordu: “12 binyıllık bir tarihi olan Göbekli Tepe, insanoğlunun en büyük adımlarından biri olan Neolitik Devrim’e dair, belki de yerleşik bilgileri sarsacak ipuçları barındırıyor. Tarihsel olarak, son avcı-toplayıcı toplulukların yaşantısına tanıklık etmemizi sağlıyor, yerleşik yaşama geçiş aşamasını temsil ediyor. Yıllardır kazdığımız alan, insanlığın çok önemli bir evresine, günümüzden 12 binyıl öncesine ışık tutuyor. Göbeklitepe tarımın başlamasının, hayvanların evcilleştirilmesinin, ilk kurulan köylerle birlikte yerleşik yaşama geçişin, sınıflaşmanın nüvelerinin oluşmasının; kısacası uygarlığın ilk adımlarının atılmasının gerçekleştiği çekirdek bölgelerden biri, belki de en önemlisi olan Bereketli Hilal yani Mezopotamya topraklarında yer alıyor olmasıdır. Yerleşmenin asıl önemi ise, son avcı-toplayıcı topluluklara dair bilgiler barındırması, tarihsel olarak, yerleşik yaşama geçiş aşamasını temsil etmesidir.. Kazıların ortaya çıkardığı şaşırtıcı gerçek ise şu: Göbekli Tepe, son avcı-toplayıcı toplulukların inşa ettiği, son derece görkemli bir kült merkezi, bir tapınaklar dağı. Büyük bir değişimin arifesinde olan, geçiş döneminin tüm sancılarını yaşayan avcı-toplayıcı topluluklar, bir anlamda, en azından tapınaklarıyla yerleşik yaşama geçmişler bile. Üstelik, sandığımızdan çok daha gelişmiş ve karmaşık sayılabilecek bir semboller dünyasına ve düşünsel düzeye sahiplermiş.”

“Yaklaşık 12 000 yıl öncesine, çanak-çömlekçiliğin henüz bilinmediği taş devrine (çanak-çömleksiz neolitik çağ) ait olan Göbeklitepe kalıntılar, Neolitik dönemde yaşayan insanların mimari yeteneklerinin olduğunu, hatta dinsel tören ya da bir tür olimpik kutlamalar için düzenli aralıklarla bir araya geldiklerini göstermesi açısından önemlidir. Bu yeni veriler, insanlık tarihine ilişkin önemli bir yanılgıyı da ortaya koyuyor. Yakın bir zamana kadar, Filistin’deki Eriha (Jericho) ile Konya’daki Çatalhöyük yerleşim alanlarının, insanlığın uygarlık ve kültüre doğru ilk adımını attığı zaman dilimi olan neolitik çağa geçişi temsil ettikleri sanılıyordu. Neolitik çağda, avcı-toplayıcılardan tarımla uğraşan, hayvan yetiştiren, evler yaparak, köyler oluşturarak yerleşik bir yaşam sürdüren çiftçiler ortaya çıkmıştı. Bugüne kadar, çiftçiliğin yapılmasıyla birlikte başlayan yerleşik yaşamın ekonomik ya da ekolojik nedenlerden dolayı ortaya çıktığı düşünülüyordu. O dönemin insanları artık basit ve geçici derme çatma kulübeler değil, kalıcı ve dayanıklı konutlar yapıyorlardı. Dolayısıyla, neolitik çağın getirdiği en önemli değişimlerden sayılan mimarlık da yerleşik yaşamla birlikte ortaya çıkmış olmalıydı. Ne var ki, Göbekli Tepe’de halen sürdürülen kazılar, birçok insanın bir araya geldiği ve düzenli aralıklarla yapılan dinsel törenlerin yerleşik yaşama geçişe neden olabileceği düşünülüyor. Ayrıca Göbekli Tepe’deki buluntular, mimarlığın avcı-toplayıcılar zamanında da var olduğunu ortaya koyuyor.”

Yaklaşık 12 000 yıl önce yapılan dev tapınağın ortaya çıkarıldığı kazı, Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI) ile Urfa Müzesi’nin ortaklaşa projesi olarak 1995 yılında başlayan ve 2007 yılında Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüne geçen ve bu statüde devam eden çalışmalar Alman kazıbilimci Prof.Dr. Klaus Schmidt’in ölümüne kadar kazı yönetimin başında bulundu. Bütün tartışmalara ve olumsuz bakış açılarına rağmen bilim insanı etiğini sürdürdü. Ani ölümünden sonra ise kısır bir tartışmaya sahne olan Göbeklitepe Unusco tarafından da dünya kültür mirası listesine alnınan kazı alanında çalışmalar belli belirsiz devam ediyor. Ortaya çıkarılan alan, kazılan alanın onda biri kadar olduğu düşünülürse, kazı çalışmaları yıllarca yürecek.

Nevala Çori’de de çalışan Schmidt’in Göbekli Tepe’de ortaya çıkardığı tapınağın bu denli yankı uyandırmasının nedeniyse onu yapanların avcı-toplayıcı insanlar olmalarına bağlıyor. O çağlarda yaşayan avcı-toplayıcı insanlar, henüz tam olarak yerleşik yaşama geçmemişlerdi ve çanak-çömlekçiliği bilmiyorlardı. O nedenle yaşadıkları dönem çanak-çömleksiz neolitik olarak adlandırılır.

Bu dönem günümüzden 11 200 ila 8600 yıl arasını kapsar.

Schmidt, tümüyle çanak-çömleksiz neolitiğe ait olan Göbekli Tepe’yle, hem çanak-çömleksiz hem de çanak-çömlekli neolitiğe ait evreler içeren Nevali Çori arasında büyük paralellikler, hatta kesin bir bağlantı olduğunu öne sürüyor. Kazıbilimci, bu iki yerleşim alanının, daha önce ortaya çıkarılan başka yerleşim yerlerinden çok farklı oldukları ve herhangi bir karşılaştırma yapılmasının yanlış olacağı görüşünde. 1992 yılında Atatürk Barajı’nın suları altında kalan Nevali Çori’de, konut benzeri yapıların ve havalandırma delikleri olan ambarların yanı sıra karmaşık yapılı mozaik tabanları olan bir tapınak bulunuyordu. Yaklaşık 10 500 yıl önce yapılmış olan tapınak, üzerlerinde insan kabartmalarının yer aldığı destekler, bir mihrap, taştan oyulmuş, yılanlardan saç örgüleri olan bir büst, ayrıca insan-hayvan arası figürlerden kopan parçalardan oluşuyordu. Kazıbilimciler, Göbekli Tepe’deyse, bugüne kadar çapları 20 metreye varan daire biçimli 4 anıtsal alan ortaya çıkardılar. Kazı yerinde bulunan sayısı 40 ı geçen T biçimli dikilitaş üzerinde aslan, yılan, boğa, koç, tilki ve turna kabartmaları ya da bunların taşa kazınmış figürleri yer alıyor. Tapınağı, ayrıca doğal boyutlarında, taştan oyulmuş çeşitli yabani hayvan heykelleri süslüyor. Ayrıca Nevali Çori’de bulunan bir insan heykelinin aynısı Göbekli Tepe’de de çıkarılmış. Kazıbilimciler, şu ana değin çıkarılan kalıntılardan, bu yerleşim alanının yaşının en az 12 000 olduğunu ifade ediliyor….

 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s