Tıkanmış zaman…

Gülizar serçelerin suda oynadığını görünce, gökyüzüne bakarak  içinden “Sanırım serçeler fırtına kokusu aldı. Yağmur yağacak, belki fırtına bile çıkar, ortalıkta ıslanacak eşyaları toplasam iyi olur.”  dedikten sonra, kuruması için serdiği çamaşırları toplamaya başladı.

Hava oldukça kasvetli, gökyüzünü kaplayan gri bulutlar, kentin üstüne çökmüş, sıcak ve soğuk arası, mevsimsiz bir atmosfer ortalığı kaplamış durumda. Gökyüzü tıkınmış zamanın ifadesi gibi ağır ve bunaltıcı.

Birkaç serçe beton zeminde azıcık su birikintisinde kanatlarını suda ıslatmaya çalışıyor. Serçelerin bu hareketi Mezopotamya için,  gün içinde yağmur, fırtına işareti anlamına geliyor. Eski bir bilgi, serçeler suda yıkanmaya, oynaşmaya başladı mı fırtına çıkacağına inanılıyor.

Gülizar her zaman yaptığı gibi, çıkabilecek fırtınayı da düşünerek, kaza, belaları def etsin diye, sabah erkenden pişirdiği birkaç saç ekmeğini komşuları olan Xalfat’a götürmesini oğlu Seyit’ten istidi. Bu bir inanca dayalı gelenektir aynı zamanda. Her aile pişirdiği yemek ve ekmekten tadımlık da olsa özellikle ihtiyacı olan komşulara gönderir, böylelikle kaza ve belaların def edileceğine inanılır. Bir dayanışma kültürü inançları ne olursa olsun, herkes tarafından yaşatılırdı.

Xalfat altmış yaşlarında ya var, ya yok; kocasını kaybedeli on beş yıl oluyor. Yaşça Gülizar’dan büyük, belki de akrabalar. Çünkü burada bütün komşular bir şekliyle yakınlık içindeler. Ya aynı aşiret, ya da aynı köy, kız alıp, vermeler; akrabalık geçmişleri bir yerde kesişiyor.

Bu nedenle komşuluk ilişkileri çok gelişkin. Pişen aş, kaynayan kazan ortak olmasa da, paylaşıma açık. Biri kokusunu alsa ekmeğin,çal  kapı sıcacık ekmek isteyebilir. Bu yadırganacak bir durum olmadığı gibi, komşuluk, akrabalık düzenini geliştirir, ilişkileri samimi bir ortama dönüştürür. Sırları yoktur, her şey evden eve, dilden dile dolanır, anlatılır. Öylesine iç içe, büyük bir aile gibidir yani. Çoğu köyden göç etmiş, yoksul ve yoksunların sığınağıdır eski Tigris Mahallesi.

Tigris, Feodal Toplumun tortusu, Kapitalizmin ucuz iş gücü ve  yarım kalmış sevinçlerin, gülüşlerin sığınağıdır.Her daim  yitip giden yaşamların bileşkesi, bir kaçısın hikayesidir.

Xalfat  bildiği  tek dil Zazaçadır, başka da dil bilmez. Bu nedenle kim, hangi dilde konuşursa konuşsun o Zazaça cevap verir. Şaşılacak kadar da konuşulanı tahmin eder,doğru cevap verir. Sanki bütün dilleri anlıyormuşçasına bir tavır vardır Xalfat’ta. Beden dilini anlar, yürekten gelen davranışları en doğru şekilde anlamlandırır.

Xalfat mahallede en çok Gülizar’la arkadaşlık yapar, uzun uzun sohbet eder, zaman zaman da Gülizar’ın ev işlerinde yardım eder, tecrübelerini aktarır.

En çok da yorgan sırıma işinde yardım eder. Xalfat öylesine ustadır ki, elinde ki iğneyi büyük bir hünerle, bir sanatçı edasıyla yün yorganına saplar; sırımlar, olağanüstü güzellikte dikdörtgen dilimler ortaya çıkarır. Yünün beyaz bez içinde toplanmaması için iğne ile bezin en dışından başlanılarak kare kare içe, en içe doğru sırıma yapılır. Her iğne yünü dışa doğru iten kürek görevini görür.

Eğer sırıma işi dikkatli olmasa, yün orta yerde toplanır, yorgan oldukça rahatsız verici bir şekil alır ve kullanılmaz hale gelir. Genellikle orta yaşlı kadınların işi olan yorgan sırıma zor ve ustalık gerektiren bir beceridir.

Xalfat da bu kadınlardan birisidir. Yorgan sırıma işi dışında çapaya, soğana, pancara, fındığa, pamuğa uzak memleketlere gider, geçimini sağlar. Aylarca uzakta, naylon çadırda, çocuklarıyla gece gündüz çalışır, didinir, ele muhtaç olmadan geçinip, gider…

Seyit ise evim en küçük çocuğu, Xalfat’ı tanır, evlerinde sık sık görür ama kim olduğunu pek bilmez. Zihninde komşuları ne kadar yer  kaplamışsa, Xalfat’ta aynı düzeyde yer kaplar.

Ne fazla, ne eksik.

Ta ki Xalfat’ın yürek patlatan çığlığını duyana kadar.

Tigris Mahallesinde sıradan bir bahar günü, her kes kendi dünyasına gömülmüş, gündelik işlerle uğraşa dursun, havada ki fırtına yaklaşıyor gibiydi. Bahar yağmurlarında ıslanan toprak,  kokusunu ; ağaçlar ise ışıldayan parlaklığını ortama doyumsuz bir ışık yayarak gösteriyor.Hafif bir serinlik ve insana huzur veren bir sessizlik,belki de baharın tatlı bir heyecanı ve telaşı var.

Vakit henüz erken sayılır. İşi olanlar işlerine gitmiş, yaşlı , bekâr ve işsiz erkekler uyukluyorlar ve kadınlar ise ev işlerinde, çocuklar  her zaman ki gibi sokakta oyundalar.

Mahalleli iç içe bir yaşam sürdürüyor. Birisinin acısı olsa hisseder herkes, çığlık atsa çoğu komşu fırlar sesin geldiği yöne doğru.

İşte o gün de öyle oldu.

Önce bir bağrışma, sonra çığlıklar duyuldu sessizlik içinde. Seslerin nerden geldiğini anlamak için biraz durakladı duyanlar. Seyit, annesi ve başka komşular aynı şekilde ellerinde ki işleri bırakıp, dikkat kesildiler. Sessizliği parçalayan çığlıklar, acı dolu sesler tanıdık geliyordu.

Çığlık öylesine yakıcı, öylesine acı dolu ki, kesin birisinin öldüğü, öldürüldüğünü düşündüler.

 Her zaman olduğu gibi bağrışmaların  geldiği tarafa herkesten önce çocuklar bilinçsizce koştular, sokak aralarından çığlıklara aktılar.

 Kadınlar, erkekler kapılardan başlarını uzattılar, bazıları meseleyi anlamak için evlerinin damlarına çıktılar.

Bir anda kalabalık arttı. Herkes Xalfat’in evinde olup bitenlerle ilgili konuşmaya başladı ama kimse ne olduğunu tam olarak bilmiyordu.

Xalfatların evi, kent merkezine göre bayağı arka sokaklarda, iki sokağın kesiştiği bir çıkmazdaydı.

İşte o çıkmazda  üç beş  otomobil durmuş, ellerinde uzun namlulu silahların bulunduğu  bazı kişiler de sokak başlarını tutmuştu. Bazılarının yüzleri açık, bazılarının kapalı  olan bu silahlı kişilerinin bir kaçının  Xalfatların evine zorla girdikleri anlaşılıyordu. Çünkü,  Xalfat ve kızları çığlıklar atıyor, yüksek sesle eve giren kişilerle tartışıyor; hatta boğuşma, bağrışma ve havar  sesleri evden yükseliyordu.

Kalabalık artıkça, silahlı kişilerin tedirginliği ve gözlerinde ki korku giderek arttı. Kendilerine bir saldırı olacakmış gibi birkaç adım gerilediler, duvar köşelerine, araç kaportasını kendilerine siper yaparak, silahlarını kalabalığa doğrultular.

Küfür ederek, bazı erkeklerin üzerine yürüyerek, hatta  kadınlara hakaret ve fiziki müdahalede bulunarak, kalabalığın oluşmasını engellemeye çalıştılar. Başarılı da oldular.Sinenler, biraz uzaklaşıp uzaktan izlemek isteyenler, evlerine kapananlar oldu. Bazı aileler ise çocuklarını evlerine sürüklediler zorla, sonra kapılarını kapattılar. İnsan kalabalığı dağıldı, kalanlar korku içinde duvar arkalarından gizli gizli olup bitenlere tanıklık ettiler.Seyit’de bunlardan birisiydi, olup bitenleri duvar arkasından ürpererek, yüreğine inen derin korkuyla izledi.

Bağrışmalar Seyit’e uzun gelse de, gerçekte  çok uzun sürmedi. Üç beş dakikada Şirin’in kaçırılması bitmişti.

Silahlı kişiler Xalfat’ın oğlu Şirin’i dipçiklerle döve döve arabaya kadar getirdiler. Üstü başı kan içinde olmasına rağmen arabaya soktular.

Aile biryelerinin karşı koymaları sadece birkaç dakika sürebildi.

Şirin’i camları siyah olan araçlardan birinin arka koltuğuna  zorla bindirdiler. Sağ ve soluna da  iki kişi binerek,  son hızla sokaktan uzaklaştılar.

Geride Xalfat ve Şirin’in eşi kan revan, çığlıklar içinde kalakaldılar.

Bazı kapılar açıldı yeniden, bazıları hiç açılmadı o gün. Tiğris ise tılsımını kaybetti, dayanışma duygusu derin bir yara aldı

Evlerden çıkan bazı kadınlar da Xalfat’ın çığlıklarına katıldılar, onlar da ağlamaya, dövünmeye başladılar.

Xalfat ve gelinini evin içine çektiler. Konuşamaz haldeydiler, çığlıkları duyulmuyordu artık, sadece dövünüyorlardı.

Olup bitene tanıklık edenler, tek tek evlerine çekildi, mahalle sessizleşti. Kapılar kapandı, korku bir kara bulut gibi sindi evlere.

Sonra polis,jandarma, karakol zamanları.

Kuşların beklediği fırtına da koptu, ardından gelen gök gürültüsü ve şiddetli bir yağmur.

Sessizleşen ortam. Herkes fısıltıyla konuşmaya başladı evlerinin içinde. Konuşulurken perdeler çekildi, kapılar kapatıldı.

Xalfat’ın da sessi, çığlığı duyulmuyordu artık.

Gece çökmüştü Tiğris Mahallesine. Sessiz ve hareketsizdi her şey.

Şirin’den henüz bir haber yoktu.  

Xalfat ve ailesi ertesi gün Tigris’i apart topar terk ettiler. Evlerine kocaman bir kilit, eşyalarını bırakarak gittiler.

Nereye gittiler, kimlere sığındılar bilinmedi, evlerini yetim bırakarak canlarını kurtarmak için, acılarıyla göç ettiler.

Tigris Mahallesinde sanki Şirin diye biri yaşamadı. Herkes susarak tanıklığını sürdürdü. Xalfat’ın çığlığı sokakta asılı kaldı, duvarlarına sindi, taşlara kazındı. 

Ama kimsenin ağzını bıçak açmadı.

Oysa herkes olup, biteni biliyor, görüyordu.Korkunç bir suskunluk herkes için daha kolay geliyordu.

Herkes büyük harflerle susuyordu.

Reklam

2 comments

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s