Bir süredir Fırat’ın batı yakasında,Mezopotamya atmosferinden biraz uzak, metropol sayılabilecek bir kentte, Antep’te yaşıyorum. Kalabalık ve sanayileşmenin vermiş olduğu kaotik ortamda, bir zorunluluğu tamamlamaya, tanımaya ve alışmaya çalışıyorum.
Hoş tarafları var elbet, zor yanları kadar. Bir kaybolma duygusu içinde çevremde olup, bitenleri keşfetmek, yalnızlaşmamak için korkunç bir çaba sarf ediyor, sürgünlükten kurtulmaya çalışıyorum. İnsan bu kalabalıkta sürekli tetikte yaşıyor. Trafik, patırtı, gürültü, çıldırtma, isyan etme noktasına getiren zıtlıklar insanı geriyor. Metropol havası çarpıyor, sersemleştiriyor. Olanaklar küçük kentlere göre daha fazla, devlet belirgin ve daha kurumsal. Her adımda hissedilen sistemin argümanları. Para, parasızlık ve korkunç bir çürüme, her türlü ahlaki çöküntü. Liste uzayıp gidiyor. Parkları da ve güzel dostlarım olmasa, bu kent çekilmez.
Şatafatlı binalar, leon ışıklı vitrinler,devasa avmler ve bitmez bilmeyen yalnızlıklar.
Zamam zaman bu dünyayı geride bırakarak, daha streil bir ortam olan doğduğum kentlere yolculuk yapma ihtiyacı hissediyorum. Benim kişiliğimi şekillendiren küçük kentler. Yani Fırat’ın doğusu, yaşamın en eski izlerini taşıyan Yukarı Mezopotamya kentleri.
Ne tuhaftır ki Fırat bir sınır değil, hiçbir zamanda olmadı. Ama öylesine belirgin çizgi ki insan şaşıp, kalıyor. Doğu yakası, doğunun mistik ve otantik havasını tutma havasında, çabasında; batı yakası ise havası bozulmuş, mistisizmini kapitalle bağlamaya çalışan bir havada.
Doğu batı ikilemi, bildiğimiz basit yön ikilemi değil. Daha derin , daha sosyolojik, daha hegemonik farklılığın ikilemi. Dinsel, kültürel, sosyal farklılaşma ikilemenin kaynağını oluşturuyor. İki faklı dünya, iki başka mecra, yan yana akıyor. İki zıt kutup gibi. Doğu güneşin ışıklarıyla kavrulurken, batı güneşin ışıklarını büyük bir sermayeye dönüştüren bir formasyon peşinde.
Neyse biz kendi doğumuza dönelim. Başkasının batısı bizi bozar.
Bizim doğunun önce insanın yüzünü yakan, sarsan bir sıcaklığı var. Sıcak, o kadar etkileyici ki, güneşte durmak, nerdeyse imkansız. İmkansız ama bu sıcakta, bu sarı sıcakta tarlalarda, çalışan insanlar var. Hem de çoğu kadın ve çoçuk.
Mecburen insan doğuya, güneşin döl yatağına gidince, gölge, hatta serin bir yer aramak zorunda kalıyor…Güneşin yakıcılığını anlatmak mümkün değil.
Gölge bir yer bulursa, mis gibi közde pişen kaçak çay ve arkasından gelen yine kan kırmızı kaçak çay.
Doğu yakıcılığı bir yaşam biçimine dönüştüren bir coğrafyanın kendisi. Her şey yakıcı tadında. Yemekler, aşklar, toprak ve güneş. Her şey yakıcı.
….
Birecik.
Eski hisar, yani kalenin çevresinde yükselen briketten yapılmış eski bir Fırat kentti. Kelaynaklarıyla ünlü. Dünyanın en eski suyuna sıfır. Esmer bir yaşamın ve yoksul bir hayatın kıyı kentti. Bir zamanların liman şehri. Fırat boyunca sallarla yapılan ticaret ve Birecik’te kurulan tersaneler…
Şimdi yerinde yeller esiyor. 1955 yılında yapılan köprü, yaşamı tümden değiştirmiş. Binlerce sal, tekne çalışanı işsiz kalmış ve Birecik’in suyla olan iktisadi ilişkisini, ihtiyacı kadar balık tutma dışında bitirmiş. Bu gün eski de olsa bir sal yok. Her şey kasvetli bir köprü ve kayaya oyulmuş bir tünel çevresinde dönüyor. Yaşam toprağa, yağacak yağmura ve alınacak ürüne bağlı. Fıstık bahçeleri, zeytinlikler ve tahıl tarlaları…
Birecik, kimler geldi, kimler geçti,tarihin akışkan hali gibi.
Kaç kavim, kaç kervan bu kenttin kapısından geçti bilinmez. Tepelere kurulan evler, dolambaçlı sokaklar, sokaklarından yükselen, melodisi sıcak kadar yakıcı ve insanı oynatacak kadar dümbelek.
Birecik’in tepelikler arasında, uzanan fıstık bahçeleri, zeytinlikler alabildiğince güneye iniyor. Mevsim yaz olumca, tarlalarda her şey sarı sıcak. Yaşar Kemal tadında ve alabildiğince uzanan.
Suruç.
Birecik Fırat Kıyısında kalırken, yol kıvrılarak Suruç’a doğru ilerliyor. Fıstık ağaçları, zeytinlikler azaldı, Suruç’un uçsuz bucaksız toprakları görünmeye başladı. Her şey çok kuru, sadece sulama yapılan tarlalar yeşil. Tarım alanları alabildiğince, gözün görebildiği kadar. Güya tarım dışı arazilerde güneş panelleri kurulmuş. Oysa tarlaların tam ortasında ve birinci sınıf araziye inşa edilmiş birkaç GES var. Birinci sınıf araziye GES, politik akışkanlığın akıl almaz sonucu. Uydurulmuş bir eklenti gibi…Neyse ki yılın on iki ayında güneşi gören bir yerde çok kârlı bir iş olsa gerek.
Suruç eski Suriye devletinin sınırına birkaç km yakın. Birkaç yıl öncesine kadar, Suriye olan topraklar, artık Suriye Devletinin denetiminde değil. Burada ki Kürtler fiili bir yönetim durumu oluşturmuş.
Suriye’de ki savaş ve ortaya çıkan fiili durum, daha önce sınırı mayın tarlaları ve tel örgülerle korunurken, yeni dönemde tel örgü ve mayın tarlalarına ek olarak devasa duvarlar örülmüş. Gidiş gelişler de haliyle azalmış. Şimdi her şey güvenlik eksenli.
Ateş kusan namluların sıcaklığı, yakıcılığı ve öldürücü etkisi kuş uçurtmuyor. Her şey mevzide, tetikte, ölüm çemberinde.
Kaçakçılar ne yapıyor, bilmiyorum. Bu devasa duvarlar nasıl aşılıyor, bilmiyorum.
Mayın tarlasına, tel örgülerine, her türlü askeri önleme çözüm bulan kaçakçılar ne yapar şimdilerde onu da bilmiyorum. Herkes sus pus. Bitti mi kaçakçılık, zan etmiyorum. Bir formül bulmuşlardır. Kaçakçılar çok zeki ve kurnaz insanlar. Kesin satacak bir şey bulmuşlardır. Gerçi mal kaçakçılığının yerini insan kaçakçılığı aldı artık. Ölüm satıyorlar, ölümde satılır mı demeyin. Bal gibi satılıyor. Bütün sınırlar insan tacirlerinin ofisleri gibi çalışıyor. Denizlerde boğulan mültecilerden anlaşılmıyor mu? Yüzlerce, binlerce insan, yollarda, kaçakçıların ardı sıra dizilmiş durumda. Hani mültecilerin simgesi haline gelen Alan Kürdi bu yallardan denize ulaştı. Hiç bilmediği, ayaklarını sokamadığı denize ulaştı ama deniz büyük bir öfkeyle kendisinin cansız bedenini tekrar karaya kustu.
Alan Kurdi ve Alan Kürdi gibi binlerce, on binlerce insan buna rağmen, denizi aşarak, Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalışıyor. Kim götürüyor bunca insanı? Kaçakçılar, insan tacirleri. Ölümü bile satanlar…
Kürd, Arap, Türkmen, daha gerilerden gelen Afganlılar, başka halkların mensupları batı yollarında ölümü satın almaya devam ediyor. Doğunun değişmeyen yakıcı hikayesi gibi…
#Birecik #Suruç #Mezopotamya #Fırat #Mülteci #Suriye

Devam edecek…
