18.10.2007/Viranşehir
2007 yılında yazdığım yazı. Paylaşmak istedim. Saygıyla anıyorum.
Mehmed Uzun’u sağlığında yakından hiç tanımadım. Ya bir konferansta dinledim, ya da dergi ve gazete sayfalarında ki yazılarından, romanlarından tanımaya çalıştım. Varlığı dahi kabul edilmeyen, üç beş yüz kelimelik bir dil denilen Kürtçe’nin bir roman dili olduğunu, bütün dünyaya kanıtlayan Uzun’la tanışıklığımım, bir çok insan gibi kitaplarında ki usta anlatımlarından dolayıdır. Her kes gibi ben de onu yazdıklarından tanıdım. Yani tanışıklığımız hiç yüz yüze olmadı. Ama Mehmet Uzun’u sanki çok uzun zamandır tanıyor gibiyim. Bu nedenle ölüm haberini duyunca, içimden sanki bir şeyler koptu. İçim acıdı ve yüreğim ölümün soğuk ürpertisinde titredi…Bir sancı olup,bütün bedenime yerleşti, sonbaharın kurşuni renginde. Çok istememe rağmen, bir söylesi yapamamanın üzüntüsü içindeyim.
Elli dört yıla sığan bir ömür. Her dakikası dopdolu geçen ama her dakikasının bedeli verilen bir sürgün hayat.
İnanmak istemesek de artık, aramızda değil Mehmed Uzun…O çok sevdiği kentin ölüm kokan tepelerinin birinde, on gözlü köprüye bakan bir noktada, artık çok sessiz… Çevresinde yatan gencecik insanların, bilge ve yoksulların, o çok sevdiği halkın evlatları arasında yatmakta.
Sonbaharın en güzel günlerinden birinde, toplanan binlerce insanın elleri arasında sonsuzluğa uğurlanırken, Diyarbakır suskundu. Bu kaçıncı acı, bu kaçıncı hawar dercesine suskundu. İnadına beyaza sarılmıştı tabutu.
Çünkü Mehmed Uzun doyasıya yaşayamadığı ama öldüğü bu coğrafyaya barış istiyordu . Bu nedenle beyaza sarılan tabutu üzerinde konuşan Yaşar Kemal “Ne olursa olsun, kimler karşı koyarsa koysun Türkiye barışa kavuşacaktır. Ben de buna inanıyorum. ” diyordu.
Binlerce kişinin alkışları arasında son yolculuğuna çıkarken, Mezopotamya dengbejleri, yaşlıları, kadın ve genç kızları ve yüzlerce aydın cenazenin arkasında yürüdü.Mardin Kapı mezarlığına vardıklarında ise gökyüzü ak ve pak bulutlarla kaplıydı. On gözlü köprü ve Dicle yetim bir çocuk misali sessizdi.
Mehmed Uzun Türkiye dönme kararı aldığında apansız hastalığın pençesindeydi. On günlük ömrünü, kadim kent Diyarbakır’da geçirmek istiyordu.Doktorları İşveç’ten Diyarbakır’a yolculuk yapmasının büyük bir risk taşıyacağını söylüyorlardı. Mehmed Uzun ölüm döşeğinde Diyarbakır’a geldiğinde O’nu binlerce kişi bağrına basmıştı. O günlere tanık olanlar, uçaktan ilk indiğinde Diyarbakır’a, karşılayanlara gülümseyebilmiş ve el sallamıştı. Halkın bu yoğun ilgi ve moral desteği Mehmed Uzun’u bir bucuk yıl yaşattı. Ama yakalandığı hastalık sinsi ve haindi. Bir sonbahar günü O’nu aramızdan alarak, bizi Mehmed Uzun’suz bıraktı.
Mehmed Uzun hakkında çok şey yazıldı, yazılmaya da devam edecek. Ben O’nu anlatma işini, O’nu daha yakından tanıyanlara bırakayım. Bu yazının asıl konusu, anısına ve adına bir mekan inşa etmeyle ilgilidir. Onun adına yakışır bir mekan yaratmanın zamanıdır diyorum.. Siyah bazalt taşlardan, yumuşak mermerden yapılmış bir mekan. Hem otantik ve mistik, hem de çok modern çizgiler taşıyacak, İskenderiye Kütüphanesiyle boy ölçüşecek bir kütüphane ya da bir akedemi kurmak neden olmasın..
Bu yapı için gerekli alt yapı, finansman ve insan gücü zan edersem sevenleri arasında çoktan mevcut. Yeter ki proje için doğru zaman ve doğru adım atılsın.
Böylesi bir projeye sahip çıkmak için Mehmed Uzun’u seven Siverek’li dostları harekete geçeceğinden eminim. Hatta bu yapının Siverek’te olması daha uygun düşecektir. Doğduğu topraklarda adını yaşatacak, yeni Memed Uzun’lar yaratacak bir kütüphane için belki de en uygun yerdir. Çorak ama sulandığında verim veren bir toprağın seçilmesi, Mehmed Uzun’un yaşam felsefesine de uygun olduğu kesindir.
Böylesi bir yapı tek başına Mehmed Uzun’un anısına sahip çıkma anlamına gelmez. Mehmet Uzun’ın yolunda gitmeye çalışan genç insanlara yol gösterici olur. Ve ayrıca bu ülke de devasa eğlence yerlerinin yanında, emekçi ve yoksul insanlar tarafından yapılacak devasa bir kütüphanenin de olabileceği gerçeği anlatılmış olunur. Mehmed Uzun’a da ancak bu yakışır. Özel eşyalarının korunduğu, kitaplarının sergilendiği ve edebi çalışmaların yapılacağı bir mekan için tez zamanda bir araya gelip, bir an önce bir yerden başlamak gerekiyor kanımca.
Memed Uzun kafamda hep genç bir delikanlı olarak kalacak. Aydın, bilge ve delikanlı.O yaşlı iyi bir insan olma fırsatı bulamadı.Yaşamın en üretken olacağı dönemde, aramızdan ayrıldı.
Sanırım Mehmed Uzun hakkında çok şey yazılacak. İlklere imza attığı ve dünya gündemine girdiği için yoğun bir ilgi bulacak. Gerek kitapları, gerekse de sürgünlük hayatı belki bir ibretlik vesikası olarak geleceğe kalacak. Bu nedenle benim onu anlatmam çok yeterli gelmez…
Şimdi bu hiç başlanılmamış söyleşiyi yapmanın ve Mehmed Uzun’u sonsuza kadar yaşatmanın zamanıdır. Mehmed Uzun kendini kitaplarında anlatıyor. Dilini, kültürünü ve yaşama dair düşüncelerini…