Mevsimin ilk yağmuru beni hep heyecanlandırır. Sıcak, çok sıcak yaz mevsiminden sonra yağmur toprakla buluşunca, ortam bir anda kaosa döner. Kentler bu açıdan mevsimsiz kamplara benzer. Yaz havasında olanlar, sonbaharın serin rüzgarlarının farkına vardıklarında artık kış kapıdadır.
Bu nedenle yağmur yağmaya başladığında ” Aaa, sonbahar gelmiş.” demeler, “Bu yıl güneşin tadını çıkaramadık.” serzenişler…
Oysa termometreler 45 dereceyi göstermiş, toprak sıcaktan kavrulmuştur.
Her kentli böyledir denilmez ama kentlerin mevsimleri unuttuğu da bir gerçek. Sıcağı ve soğuğu hissetmeyen, yağmursuzluğu bilmeyen ve hayatı dört duvar arasında, para denilen ucube varlığın peşinde koşturanlar ne bilsin mevsimleri?
Sıcakta serin, soğukta sıcaktır odaları. Ne bilsinler unsuzluğu, ekmeksizliği.
Bu devirde ekmek bulmayan mı var demelere getirenler?
Ne bilsin mevsimleri.
Onlar için romantizmin demleri.
Neyse ki
yağmur ıslattı toprağı, ağaçlar serin rüzgarların öfkesinde yapraklarını teslim edecek kısa bir zamanda. Sonra kış, bütün soğukluğuyla sokakları, yolları, köy ve kasabaları etkisi altına alıp, döngüyü devam ettirecek.
Ağaçlar belki çıplak kalacak, besinsiz ve çelimsiz kalacak. Üşüyecek ama direnmenin türküsünü bahar geldiğinde, tomurcuklanarak ve bütün dallarında yapraklar yeşerterek söyleyecek.
Bahar gelecek,
bahar diyorum. Hani doğanın yeniden kendini var ettiği mevsim.
En nazlı mevsim yani.