Okuma ve yazmayı seven bir toplum yapımız yok. Çoğumuzun ömründe ya hiç kitap okumuyor, ya da çok az okuyor. Bu üniversite mezunu insanlar için de geçerli. Okuma alışkanlığının olmadığı, hatta okumanın tehlike görüldüğü bir toplumun ürünüyüz. Hep birlikte kitap, düşünce ve sanattan uzak yaşamayı daha rahat buluyoruz.
Rahmetli babam okuma yazma bilmezdi. Ama kafasına yerleşen bir düşünceyi sık sık dile getirir, zamam zaman da yüzüme vururdu.
Babama göre bazı kitaplar insanı delirtir. Bu kitapları okuyanlar, hiç tereddütsüz gerekirse kendini ateşe atabilir, canını hiçe sayabilir.
Bu düşüncesini ifade ederken ironi mi yapıyordu yoksa içindeki korkularını mı ifade ediyordu bilmiyorum.
Ama beni korumak istediğine emindim. Okumaya karşı bir ilgim vardı, okuma delisi değildim ama sanırım “Delirten kitaplar’ okuyordum.
Babamın düşüncesi değişmeden, delirdiğimi de görmeden hayata veda etti.
Aradan yıllar geçti, ben delirmedim ama kitaplara ilgim başıma türlü türlü belalar açtığını söyleyebilirim.
Çünkü kitap okumanın halen tehlikeli görüldüğü bir zamandayız. Hitler dönemi geride kaldı, ama sanırım ruhu yeryüzünde dolanıp, duruyor. Kitaplar en büyük suç aleti, yazarlar da en büyük suçlu.
Bu gün okullarda okuma dersi var, bazı kurumlar okumayı özendirme çalışması bile yapıyor. Olumlu gelişmeler tabii. Eğitim sistemine kitabın özgül ağırlığın olması güzel bir gelişme.
Ama bu güzelliği bozan, kokutan bazı girişimlerin olması ise insanı düşündürüyor. Sessiz düşündürse de, bir şekliyle sesli bir gürültüye dönüşeceği kesin.
Her nedense bazı kitaplar için yasaklar konulur ve okunması tehlikeli görülür. Mesele eğitim bakanlığı, milli düşüncelere uygun olmayan kitapların okullara girmesini kesin ifadelerle yasaklar.
Önerilen kitap listeleri belirlenir, öğrenciler güya zararlı düşüncelerden korunur.
Peki korunur mu?
Doğrusunu sorarsanız, bence bir etkisi olmaz. Hatta bazen, yasak özendirici bile olabilir.
Yasak, sansür, engelleme girişimleri hep var olmuştur. Yasaklama tarih boyunca varlığını korumuştur. Ama düşünce de varlığını korumuştur.
Çünkü düşünce sonsuz bir enerjidir.Engelle karşılaşmadıkça sonsuzlukta yol alır. Bir engelle karşılaştığında ise, varlığı yol alma süreçlerinden daha bir belirginleşir, adeta karanlıkta parlayan bir ışığa döner
.
Fizik kurallarına uygun olarak, sonsuzluk içinde engel yoksa, görünür de değildir. Gece ışık boşlukta bir anlam ifade etmez. Ne zaman bir cisme denk gelse, cismi aydınlatır ve aynı zamanda varlığını da ortaya koyar.
Düşünce de aynen böyledir. En kalın duvar bile, düşünce için anlamsızdır. Bir çırpıda delip, geçer, sınır tanımaz, en ücra yerlere ulaşır.
Yani düşünce akışkan bir madde gibidir, maddenin üç halinden öte hallere sahiptir. Her kaba sığar, duvarları deler, karanlıkta bile çoğalma, yol alma gücüne sahiptir.
Bu nedenle yasaklamanın düşünceyi durdurma gücü yoktur. Sadece öteleme işine yarar, belki gecikmeye sebebiyet verir.
Düşünce bir şekliyle kendini yaşatır, yani delirmesi gereken insanların zihnine er ya da geç ulaşır.
Bu nedenle düşünceyi engellemenin mümkünatı yoktur. Bir şekliyle hedefine kilitlenir.
Kitap okuyanlar, yazanlar, düşünenler ve düşündüğünü sanatsal esere dönüştürenler bilir ki, insan düşündükçe, düşünce dünyası gelişir. Tez, anti tezi doğurur.
Sözüm şudur ki, düşünce en büyük enerjidir. Ne söküp almak mümkündür, ne de yayılmasını engellemek.
Er ya da geç, düşünce adresine ulaşır.
Her düşünce doğru mudur?
Değil elbet.
Ama her insanın düşünce dünyası, inanç biçimi, kültürel yapısı, dili farklıdır ve dünyayı bu farklılık çerçevede görür.
Dolayısıyla her insanın zararlı, yararlı yaklaşımı farklı olur.
Dün yararlı görülenler, bu gün zararlı, dün zararlı olanlar, bu gün yararlı görülebilinir.
Bu nedenle insanın, farklılıkları kabul eden bir dünya görüşüne sahip olması önemlidir. Her düşünce karşıtıyla vardır. Karşıtlık yoksa, düşünce de yoktur.
Daha neler?
Deliriyor muyum?
Yok valla, düşünmekten kendimi alamıyorum.
Hepsi bu.
Belki düşünmeye , yazmaya devam ederim. Sizler de bana katılırsanız, belki daha hızlı bir şekilde zihnimi toparlarım.