14 Şubat gelince dünyanın dört bir tarafında genç sevgililer arasında bir telaş başlar. Ne alsam, nasıl kutlasam tarzında bir telaş. Sevgililer Günü geliryor ya, o nedenle telaşlanır sevgililer. Kimisi hediye için kuyumcuya, kimisi AVM’ye koşar. Bütün reklamlar “Sevgililer Günü” metaforu çevresinde düzenlenir, tam anlamıyla bir “Kapitalist Şölene”*, tüketim çılgınlığına, kandırma sürecine girilir. Çünkü Sevgililer Günü maddiyatın yansımasıdır. Yani ne kadar pahalı hediye, o kadar sevgi.
Oysa herkes bilir ki, sevgi paranın gücünü kırabilmeli ki, sevgi olsun. Yoksa yalancıktan süren milyonlarca ilişki var. Hatta bence Sevgililer Günü bu yalan ilişkilerin devamı için ilan edilmiş bir mekanizma. Sevgi olmayan, köle efendi ilişkisine benzer bir mekanizma.
Düşüncelerimi uçuk bulunlar çıkabilir. Olmalıdır da, ama gerçeği görmelerini öneriyorum. Tek taş, pahalı hediyeler, tüketim çılgınlığı olmasa Sevgililer Günü’nün ne anlamı kalır?
Başka bir anlamı varsa, birisi bana anlatsın.
Açık olalım, bu iş ekonomik canlılık için gerekli olan bir gün. Başka da bir anlamı yok. Evinde ekmeği yok, ama bu güne özgü sevgilisine tek taş alır, asgari ücretle çalışır, bu şölene dahil olmak için can atar.
Neden?
Çünkü devir, imaj devridir. Bu gün elinde çiçekle dönmeyen eş, – ki bu genellikle erkektir- banal kabul edilir. Herkes eşine değerli hediye alırken, o çiçek bile almaz.
Bu gerçekten bir banallık mıdır, yoksa sürüden ayrılırıp, gerçekliğine dönme midir?
Neyse bence kendi gerçekliğinizi yaşayın. Hediye alınacaksa başka günlerde var. Gösterişten uzak, doğal ve içten bir yaklaşım en doğru olandır diye düşünüyorum.
Hadi size bir tartışma, para gerekmiyor,tören filan istemiyor…
Evet…?
Alıntı: *Avni Odabaşı