Ağaçsız bir dağ:

Karacadağ, çocukluk yıllarımdan beri hayatımda önemli bir imge oldu.  Nedense bilmiyorum, Karacadağ denilince aklıma her şeyden önce usta ozan Ahmed Arif’in imgeleri ve savrulan Karacadağ’ı gelir. İmgeler beynimde uçuşur, dağın yamaçlarında gökyüzü bütün yağmurlarını boşaltırken, ben ıslanırım, imgelerde yıkanır, düş yolculuklarına çıkarım.

Bunun bir nedeni daha var: Çocukluk ve gençlik yıllarımda Diyarbakır Siverek kara yolu Karacadağ’ın zirvesine yakın köylerden, en içinden geçerdi. En yüksek rakımlarından dönerek, birkaç büyük köyü dolanarak Diyarbakır’a ulaşırdı. Ve ben bu dar, tenha ve kışın tipiden geçilmeyen, savrulan Karacadağ’ın yollarında, eski minibüslerle yolculuklarda birkaç kez yolda kalmışlığım vardır. Kısa süreliğine de olsa buz kesen minibüste, gözün bir metre öteyi görmediği, bütün yönlerden insanın üzerine gelen kar tanelerinin kısa zamanda yolları nasıl kapattığını, rüzgarın nasıl vınlayarak korkunç bir sese dönüştüğünü bilirim.

O yıllarda ki gibi tipi ve kar yağışı son yıllarda olmasa bile, hala Karacadağ zirvelerinde bulunan zozanlar* zaman zaman tipiye maruz kalır, rüzgar eski günleri hatırlatırcasına eser. Siverek Diyarbakır eski yolu da terk edileli yıllar oldu. Yeni yol daha engin ve düz arazilerden geçiyor, mevsimler daha az sert geçtiği için o eski tipiler ve kar yağışı görülmüyor, yollar eskisi gibi kapanmıyor.

Bundan 30 yıl önceki zamanlarda  buz gibi soğuk minibüslerde süren iki saatlik yolculuğumuz süresince apayrı bir dünyanın içinden geçtiğimizi düşünür, hayran hayran izlerdik çevreyi. Koyun sürüleri, zaman zaman deve katarları ve değirmene gelen katırlara tanık olur, yanlarından hızlıca geçerdik.Şeyhmus Çakırtaş (4).jpg

Koçerler, koyun otlatan çocuklar arkamızdan bakarken, biz başka çobanlarının bakışlarında gözlerde kaybolurduk. Hele baharda uçsuz bucaksız yemyeşil zozanlar ve masmavi bir gökyüzünün nefis havasına tav olur, kaval üfleyen çobanların melodisinde hüzünlenirdik.

Bahar aylarında kıl çadırlar ortaya çıkar, her yer koçer** kaynardı, koyun sürüleri durmadan taze ot peşinde dolaşır dağ, bayır gezerdi.

Bir de Karacadağ’ın ağaçsız hali dikkatimi çekerdi her seferinde. Madem ki dağ, neden ağaç yok, neden bunca uçsuz bucaksız arazi de orman yok diye düşünürdüm kendi kendime.

Yıllar böylece akıp, geçerdi. İlk fotoğraf çekme denemelerini Karacadağ yollarında yaptığımda takvim yaprakları 1982 yıllarını gösteriyordu. Kah Karacadağ’a has çiçekler beni kendisine çekti, kah zozanlarda yaşayan, kıl çadırlarda hayatlarını sürdüren koçerler ilgi alanıma girdi.

Karacadağ’da su papatyasının varlığını çobanlardan öğrendim ve gördüm ki zozanlarda her yağmur sonrası oluşan göletlerde bembeyaz su papatyaları yeşeriyor. Hem de olağanüstü bir çabuklukla. Bir botanikçi değildim, işin fotoğrafik yönüyle ilgilendiğim için, su papatyasının florasını takip etmekten ziyade oluşan anları fotoğraflamak bana daha cazip geliyordu. Yine bir başka soğanlı bitki olan ve sanırım Karacadağ’a özgü dağ zambağı karlar eridikten sonra eteklerde rengârenk açtığında ben oradaydım. Kenger, axbandır ve pung toplayan kadınlar kadrajıma takılırken, çobanların kavalından çıkan melodilerinde ıslanır, hayıflanırdım. Çobanların üflediği kavallardan çıkan melodilerin neden hep ağıtları hatırlattığını düşünür, dururdum.DSCF4107.jpg

Aradan yıllar geçti, çok şey değişti hayatımızda. Teknoloji iliklerimize kadar işledi, her tarafa ulaştı. Eşit oranda olmasa da, her yer slikon vadisinden esen rüzgarın etkisinde şekillendi, evlere hayal edilmeyen aletler girdi, insan biraz daha yalnızlaştı. Ne ben eski bendim, ne de Karacadağ. Zaman her gün bir şeyler bizden alıp, götürüyordu.

Karacadağ’ın sönmüş volkanik, ölü bir dağ ve tarım toplumun ana rahmi olduğunu öğreniyordum yıllar içinde. İlk buğday tohumunun da buradan dünyaya dağıldığı ve bunun M.Ö 11 bin yıl öncesine tarihlendiğini de hayretler içinde kavrıyordum. Ben öğrendikçe Karacadağ zihnimde büyüyor, kocaman bir dağ oluyordu. Dolayısıyla hayatımda en çok gittiğim yerlerden biri oldu Karacadağ. Her fırsat bulduğumda kendimi bir köşesine atar ve oranın havasını teneffüs etmeye çalışırdım. Koçerlere misafir olur, çobanların sofralarına konuk, bulutlarına yoldaş, eski soğuk ve savrulan tipisini arar olurdum.

Süreç içerisinde anladım ki Karacadağ’ın kendisi zaten bir imgeydi. Yöre insanın içinde ki düşlerin bir parçası, tarihsel savrulmanın ana rahmiydi. Şairlerin tılsımı, çobanların kavalında ki ezgisiydi. Belki bu nedenledir ki Diyarbakır’da her şair biraz Karacadağ’dır, biraz savrulan zozan. Siverek’te ise kara bir isyan ve Ergani’de savrulan bir rüzgar, Viranşehir’de sırtını verecek bir dost gibiydi.Şeyhmus Çakırtaş (17).jpg

Çoğunuz bilirsiniz Anadolu’da üç Karacadağ var. Biri anlattığım ve Diyarbakır Siverek arasında yer alan ve yöre de Kerejdağ olarak bilinen dağ,  diğer ikisi ise Orta Anadolu’da  Ankara Haymana ve Konya Karapınar ilçe sınırları içerisinde yer alan dağlardır. Her üç yükselti de 2000 metre civarında olup, ortak yönleri sönmüş volkanik dağlar olmasıdır. Neden üç dağa Karacadağ denilmiş bilmiyorum. Aralarında bir ilişki var mıdır, emin değilim?

Belki de bir kitap konusu olabilecek bir sorudur. 100-150 yıl önce çekilen fotoğraflara ve seyyahların anlatımlarında anlaşılacağı üzere Zozan yani Koçer kültürü asırlarca aşiretlerin eliyle yaşatılmış, gidilen her yerde zozani bir yaşam inşa edilmiş, kültürel etkileşim damarı oluşmuştur. Zozan kültürünün Karacadağ olma olasılığı kuvvetle muhtemeldir. Yapılan arkeolojik çalışmalar ve ortaya çıkan bulgular, Karajdağ ve çevresinde hayatın bundan 15 bin yıl öncesine kadar gittiği, uygarlık konusunda ilklere ev sahipliği yaptığı ortaya çıkmıştır. İsimlerde ki benzerlikten öte, kültürel ve tarihsel süreçlerin iç içe geçmişliğinden bahsetmek mümkündür.Şeyhmus Çakırtaş (16).jpg

Şairlere ilham kaynağı olan, Diyarbakır, Siverek, Ergani, Çınar, Viranşehir ve Derik yerleşimlerine ruh katan, kent dokusuna simsiyah bazalt taşlarıyla can veren Karacadağ, Diyarbakır-Urfa-Mardin üçgeninde oldukça geniş bir alana yayılan, sönmüş volkanik bir alandır. Yöre insanı dışında, çoğu kişi Karacadağ’ın bir dağ olduğunu bile bilmez ya da fark etmez. Çünkü dağlarda olan birçok yeryüzü şekli ve dağ dokusuna Karacadağ’da rastlanmaz. Daha çok yüksek bir yaylayı andırır. Ama yayla değil, basbayağı bir dağdır. Dağın rakımı Urfa sınırlarında 550 metreyken, daha üst kısımlarına gidilince 1957 metreye kadar ulaşır. İnsan yükseltinin farkına bile varamaz. Derin vadileri, yüksek uçurumları yoktur. Ancak yükseltisi kışın zemheri bir soğuk, yazın serin bir esinti olur insanın yüzünde…
Evliya Çelebi, 17 yy’da kaleme aldığı Seyahatnamesinde Karacadağ ve çevresinden bahsederken, sığ ormanlık alanların varlığına dikkat çeker. Urfa’dan Diyarbakır’a giderken, meşeliklerden güneş yüzü göremediğini, yolculuk boyunca bin bir çeşit bitki ve çiçek gördüğünü defterine kaydeder. Evliya Çelebi’nin tarihe düştüğü notlar ne kadar doğru bilemiyorum ama Karacadağ’ın geçmişte meşeliklerle kaplı olduğu yaşlılar tarafından da anlatılır, Evliya Çelebi’nin doğruluğu teyit edilirdi.Şeyhmus Çakırtaş (1).jpg

Ama artık Karacadağ eski Karacadağ değil. Daha çıplak, daha sıcak ve daha kurak. Karajdağ geçmişten taşıdığı birçok izi günümüze ulaştırdığı halde, bugün artık özelliklerini bir bir kaybettiği de görülüyor… Buna rağmen Türkiye genelinde bulunan 650 endemik bitkinin en az 32 çeşidine ev sahipliği yapıyor. Türkiye genelinde toplam endemik bitki çeşidi düşünüldüğünde, Karacadağ adeta bir tohum deposu, endemik bitki cennetidir. Endemik yapısını korusa da, artık eski ağaçlı halini maalesef koruyamamış, çıplak bir dağ olarak hayatımızda var olmaya devam etmektedir.

Oysa geçmişte bölgenin genelinde sık meşeliklerin bulunduğu biliniyor. Bilinçsiz kesim, iç karışıklık ve çatışmalar nedeniyle zaman içinde koca dağ çıplak bir yaylaya dönmüştür. Kimi yaşlıların anlatımına göre 1925 yıllarında patlak veren o dönem ki adıyla “Genç Hadisesi” nedeniyle Karacadağ’da bulunan ağaçlık bölgeler Şeyh Sait adamlarına sığınak olmasın diye kesilmiş, yakılmıştır. Sonra ki dönemlerde köylülerin ticari kaygılarla ve gelir elde etmek için kestiği meşelikler ile ilgili anılar yaşı 70-80 olanların hatırladığı olaylar arasındadır.

Bu gün sığ olmasa da birçok ağaç türü, her bahar kökü üzerine yeşeriyor yeşermesine ama koyun sürülerinin gazabına uğrayarak, yapraksız ve dalsız kalıyor. Oysa bu alanlar koruma altında alınsa kesinlikle kısa sürede en azından bazı kısımlarında ağaç dokusu kendini var edecektir. Bedro Tepesi, Çiyayêreş ve dağın güney doğu tarafında kalan Çınar köylerinin bulunduğu alanlarda halen zamana direnen meşe ağaçlarını görmek mümkündür.Şeyhmus Çakırtaş (14).jpg

Binlerce yıl önce aktif bir volkan olan Karacadağ adeta yuvarlak kapta bulunan hamurun kabarmasına benzer bir oluşumla bu günkü şeklini almış, yükselen yeryüzü zaman zaman lavların dışa akmasıyla  kaya ve taşla kaplanmıştır.

Karacadağ’ın oluşumunda toprak az, taş fazla olduğu için tarımdan çok, hayvancılığa uygun alanlar oluşmuş ve asırlarca hayvancılıkla geçinenlerin sığınağı olmuştur. Geniş çayır alanları ve derelerde biriken su küçük baş hayvancılık için paha biçilmez bir alan olmuştur. Tarım daha çok dağın yamacında, geniş düzlüklerde yapılırken, Karacadağ Pirinci biraz daha sulak ve yüksek yaylalarda ekilip, biçilir. Karacadağ pirinci bilinen pirinçten daha esmer ve lif oranı daha yüksek olduğu için yörede en çok tercih edilen pirinç türüdür. Şiirlere konu olmuş, bey sofralarında anılır olmuştur.Şeyhmus Çakırtaş (3).jpg

Bölgede bulunan yer altı suları  tarım alanlarının  az olması nedeniyle temiz kalmış olduğundan  bölgenin en iyi içme su kaynakları yine Karacadağ’da bulunduğunu söylemek mümkündür. Ancak kullanılan kimyasalların hızlıca yayılması, gelecekte bu suyun kalitesini düşüreceği açıktır. Yani bölgenin en leziz ve tatlı suyu da Karacadağ gibi özünü kaybetmekle karşı karşıyadır.

Osmanlılarda uzun süre ıskâna kapalı tutulan, zaman zaman Tur Abdin Bölgesinden sürgün edilenlerin sığınağı olan Karacadağ kaç talana, kaç yangına, kaç kıyıma uğradı bilinmez. Yazılmamış tarihin vesikası gibi, kimi zaman bir sürgün yeri, kimi zaman aşiretlerin sığınağı olan dağın kendine has bir sosyal dokusu oluştu yıllar içinde. Bu nedenle aşiretlerde Mezopotamya renklerinin bütün izleri görülür, inançlarında ritüel çeşitliği göze çarpar. Kürtlerin en otantik kültürel dokunun yaşandığı, otantik  ve rengarenk elbiselerin halen en canlı şekilde günlük hayatta kullanıldığı nadir bölgelerden de biridir. Karacadağ bölgenin sentezi, tarihsel süzgeçten geçen bir yaşam alanıdır. Bu nedenle her köy açık bir kültürel müzedir demek çok abartı olmayacaktır.

Karacadağ’ı bölgede özgün kılan başka olgu ise koçer kültürüdür. Yaz mevsiminde havaların aşırı ısınması ve otlakların azalması nedeniyle koyun sürülerinin sahipleri baharla birlikte çoluk çocuk bütün aile Zozan denilen yaylalara çıkar, yaz boyunca burada kalır, havaların soğumasıyla köylere geri döner. Daha önceleri ailenin zenginliği kurulan kıl çadırın büyüklüğüne ve direk sayısına bağlıymış. Kıl çadır ne kadar büyükse, sürü de o kadar büyük olurmuş. Bu gün sayıları giderek azalan koçer çadırları, aynı zamanda bir kültürel yapının da yok olması anlamına geliyor.

Özcesi Karacadağ çok bilinen ama hep kaçak kalan, çoban kavalında acıklı bir strandır.*** Cevabı dengbejlerin yanık seslerinde saklıdır. Talana, yangına ve sürgüne dair söylencelerin adıdır. Yoksulluğun ve koçerlerin sığınağıdır. Ağaçsızdır ama asla çorak değildir ve müthiş cömerttir, suyu leziz ve serindir.

Ve Kerejdağ biraz Ahmed Arif’tir, biraz Şeyh Sait. Dört tarafını kaplayan ovaları besleyen, sularıyla can veren bir ağaçsız dağdır. Belki de ağıtı, melodisi bu nedenle acıklıdır, sancılıdır.

Çünkü Karacadağ ağaçlı haline aşıktır, aşkını kaybetmenin sancısındadır.

Kaynak ve dip notlar:

*Zozan: Yüksek Yayla

*Koçer : Göçebe aşiretler

Stran : Kürtçe halk türküsü.

Kaynakça: Battal Odabaşı Güneşin Krallığı

Vikipedia

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s