Tıkanmış Zaman (ıı)

Tam 17 yıl sonra, dile kolay 17 yıl sonra bir gün Xalfat  çıka geldi, terk  etmek zorunda kaldığı  mahallesine. Aradan çok zaman, yıllar geçmişti. Yüzü çökmüş,bedeni erimiş, belli iki büklüm bir halde döndü.

Tanıyamadı daha önce yaşadığı yeri, her yer değişmişti. Duvarlar, sokaklar, evler değişmişti. Ara sokaklardan yürüdü, çevresine bakındı, sezgilerini rehber edinerek, evlerinin bulunduğu alana geldi.

Boş bir alan, toprak yığınına dönen boş bir alan. Evlerinin çoktan yıktırılmış olduğunu duymuştu ama inanmamıştı.

Şimdi ise karşısında bir toprak yığını vardı evlerinin yerinde.

Xalfat evlerini görür gibi oldu. Kapıyı açtı, avluda evlerine baktı. Kimse yoktu, kırlangıçlar terk etmişti eyvanı. Bir baykuş tünemiş, camlar kırılmıştı…Ne kapı vardı, ne de pencere. Her şey bir bir yok olmuştu sanki.

Kendine geldi. Gözlerinden yaşlar boşaldı, Şirin’i gördü bu kez. Yıkıntılar arasında, Siverek’in bağlarına doğru götürülürken gördü. Elleri ve gözleri bağlıydı. Sanki kanamıştı anlı…

Arkasından gitmek istedi ama kocaman bir boşlukla karşılaştı.

“Şirin,Şirin’im”

Durdu ve içinden ağladı. Gözleri sulandı, yaşlar yorgun bedeninden bir şerit şekilde art arda dizildi.

Baktı çevresine, evin bir tek taşı bile yoktu ortalıkta.Gözleri  evlerini aradı, aradı ama yıkılan evin tek  bir taşı bile yoktu görünürde. Evlerini son bir kez olsun gözleriyle görmek, dokunmak, oğlunun kokusunu hissetmek için gelmişti.

Ama ev de yoktu, evden bir iz de…

Olduğu yere çöktü, sessizce isyan etti, gözleri tanıdık birilerini aradı. Her şey değişmişti, evler, sokaklar, insanlar…

Hiç tanıdık gelmedi mahalle. Çığlıklarını aradı, acılarının sindiği taşlara baktı ama hiçbir iz bulamadı.

Tıpkı oğlundan bir iz bulamadığı gibi…

Etrafında çocuklar birikti. Merakla çevresinde dönüp durdular.

Xalfat çocuklara “Çocuklar burada Xalfat’ın evi vardı. Bilen var mı?”

Çocuklar birbirine baktılar, kimse cevap vermedi, bilen çıkmadı, ürken gözlerle Xalfat’a baktılar.

Xalfat’in içi burkuldu bir kez daha.

“Peki Gülizar’ın evi hangisi?”

Diye sordu çocuklara.

Birkaç çocuk birden işaret ederek evi gösterdiler.

Xalfat güçlükle doğruldu ve Gülizar’ın evine doğru yürüdü.

Kapının önüne gelince durakladı. 17 yıl önce bütün kapılar açıktı ardına kadar. Bu gün bütün kapılar kapalı ve çoğu artık demirden…

Kapıya birkaç kez vurdu.  Kimsin diye bir ses işitmedi, tekrar vurmayı içinden geçirse de sessizce bekledi, kısa bir süre sonra Gülizar kapıyı açtı.

Uzun uzun bakıştılar. Gülizar Xalfat’ı tanıdı. İçeriye buyur etti sesi titreyerek. Xalfat’a sarıldı, elini öptü.

Xalfat da sarıldı ona. 17 yıl önceki çığlığı sanki duyuldu mahallede.  Bir süre hiç konuşmadılar.

Öylece beklediler..

Seyit yaşlanmış, erimiş Xalfat’ı tanıdı. Çığlığını yeniden duyar gibi oldu. O günleri tekrar yaşadı, olup biten hızlıca beyninde canlandı.

Bilinçsizce  Xalfat’a doğru yürüdü. Eğildi, elini öptü.

Xalfat annesine dönerek ”  Gülizar bu senin oğlun mu?”dedi.

Gülizar mahcup şekilde “evet” cevabını verdi.

Sarıldı Seyit’e “Şirin’im Şirin’im” diyerek ağlamaya başladı.

Gülizar, Seyit ve evde bulunan herkes sessizleşti. Saniyeler için Xalfat’ın ağlamasına Gülizar da eşlik etti. Seyit Şirin’in yaşına gelmişti. Bu nedenle Xalfat oğlunu Seyit’in bedeninde görüyordu.

Seyit Şirin’in kaybedildiği günü hatırladı, ürpererek,içi acıdı, titredi,Xalfat’ın  gözlerinde kayboldu. Acısı en çok gözlerini vurmuştu. Seyit daha fazla duramadı, Xalfat’ın acısına dayanamadı ve sokaklara kendini attı.

Gülizar’la baş başa kaldılar. Elindeki mendil gözyaşlarında ıslanmış, gözleri kızarmıştı. Gülizar Xalfat’ı inciteceğinden korkarak, usulca “Xalfat kendini yorma, kader işte elden bir şey gelmiyor. Bu kadar acı sana yeter zaten. Biraz kendine bak, ele ayağa düşme bari.”

Xalfat : “Kızım elimde değil, unutamıyorum. Ne yapsam Şirin’im ayna gibi karşımda. Yemeğe otursam karşımda, su içsem yüzü suda görünüyor. Nasıl unutayım?  Canımdan bir parçaydı, canımdan kopardılar, nasıl unutayım.Sancısı sinemin orta yerinde, bir paslı hançer gibi saplanmış olarak duruyor. Bir hançer gibi yakıyor, acıtıyor, kanatıyor. Ciğerim delinmiş,unutamıyorum. Kapı çalındığında irkiliyor, Şirin’in geldiğini zannediyorum. Gerçek olmadığını düşününce oturup, dövünüyorum.”

“İlk yıllar nerede sahipsiz bir ceset haberi duysak,  Şirin’in cesedidir diye koşarak giderdim morga.

Morg kapısına kadar acıdan dilim tutulur, cesede bakınca içim kalkardı.

Şirin olmadığını görünce derin bir nefes alır, ama soğuk betonda yatanın annesini düşününce de içim tekrardan parçalanırdı.

Benim oğlum değildi ama başka ananın kuzusuydu, evladıydı.

İki taraflı bıçak gibi ciğerimi parçalıyordu.

Sonra başka genç ölü bedenlere baktım bıkmadan, başka anneler tanıdım morg ve mahkeme kapılarında. Öylesine acılar çektim ki, öylesine acılar çekenleri gördüm ki, inanamazsın.

Ağladık morg kapılarında, ağladık nehir kenarlarında, ağladık mahkeme kapılarında.

Konuşamadık bile. Gözpınarlarımız kurudu ama Şirin’lerimiz geri gelmedi, bir izine rastlamadık.

Aradan 17 yıl geçti. Bu gün bile hala gelecekmiş gibi bekliyorum. Öldüğüne nasıl inanayım?

Bir mezarı bile yok Şirin’imin. Bir mezar taşı olsa, belki sürerdim yüzümü, inanırdım öldüğüne. Ama yok, ne kendisi , ne de kendisine ait bir mezar taşı bile yok.”

Gülüzar  gözlerini sildi mendiliyle. Xalfat derin derin iç çekerek sessizleşti, içine gömüldü,  Ölüm sessizliği kapladı evin tümünü.

Gülizar sessizliği bozmak istese de gücü yetmedi. Bilinçsizce ayağı fırlayarak,  su getirmeye gitti.

Xalfat ise bir dengbej edasıyla,  ağıt yakar gibi anlatmaya devam etti.

” Bir de gel yüreğime sor, ciğerime sor. Söz dinletemiyorum işte, dinletemiyorum kızım. Elimden bir şey gelmiyor”.

Sonra bir hikaye anlattı Gülizar’a.

“Derler ki bir annenin evladı kaybolduğunda yüreğine kırk paslı yorgan iğne saplanır… Zamanla iğneler çekilir tek tek. Saplandığında ne acı veriyorsa, çekilirken de aynı acıyı verir.

En son sıra sonuncusuna  geldiğinde aradan kırk yıl geçmiştir. Paslı iğne çekildiğinde ise annenin ciğerleri parçalanır, kanı akar, canı çıkana kadar akar…”

Benim ki de böyle kızım. Bir gün son iğne sökülünce bu acı son bulacak, kanım boşalacak. Başka yolu yok.”

Xalfat sessizce acısını yüreğinde yaşatmaya devam etti. Oğlum gelmeden ölmeyeceğim diyordu her gün. Şirin’den bir iz bulunmadı, ne bir gören, ne de duyan, öylesine bir kaybediliş hikayesi olarak evlerde, Mezopotamya kentlerinde yaşadı.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s