Kanlıkuyu:
Bir kuyudan öte…
Tipik bir Mezopotamya kenti olan Siverek’in en merkezi meydanında, adı vahşetle anılan bir kuyu var. Yıllardır Türkçe ismiyle bilinen kuyunun, 16 yüzyılda yaşayan Kuyucu Murat Paşa’dan günümüze ulaştığı söyleniyor. Ne zaman, kim tarafından inşa edildiğine dair elde çok fazla bilgi yok. Hatta hiç bilinmiyor desem, çok abartı olmaz. Bu nedenle bir şehir efsanesi de olabilir, tarihsel bir gerçeklik de.
Kanlı ve derin bir geçmişe sahip olan bu kuyu bir hayli zaman önce inşa edildiği tahmin ediliyor. Kuyu, aynı zamanda Mezopotamya tarihinin de özeti gibidir. Dokunsan, suyunu avuçlasan bütün çığlıklar dile gelecek, tarihin kanlı yüzü görünecek.
Halk arasında Kanlı Kuyu olarak bilinen, bulunduğu meydana adını veren kuyunun başında, söylenenleri doğrulayan çok yaşlı bir dut ağacı var. En az kuyu kadar zihinlerde yer alan, tarihe tanıklık yapan müthiş bir dut ağacı. Yapılan yaş tespiti analizlerinde 1655 yılında dikildiği anlaşılan yaşlı dut ağacı hala tarihsel tanıklığına ve zamana inat yaşamaya devam ediyor.
Ağaç öylesine yaşlı ki gövdesi adata işlenmemiş bir kayaya dönmüş durumda. Devasa gövdesiyle varlığını sürdüren dut ağacı, aynı zamanda kuyuyla da bütünleşmiş.
Gölge versin, meyvesiyle yolculara güç versin diye dikilen dut ağacı köklerini toprağın derinliklerine, dipsiz kuyunun suyuna kadar saldığı için, asırlardır yeşil kalabilmiş.
Siverek merkezde var olma serüvenini sürdüren ağaç; yaşlı gövdesi yemyeşil yapraklarla bezeniyor, kuşlara sığınak, Sivereklilere gölge oluyor. Bu gün 366 yaşında olan ağaç, artık bir anıt ağaç olarak varlığını sürdürüyor. Kökünü saldığı, suyundan beslendiği, canlı kalmasını sağlayan kuyu ise ağaçtan çok daha eski dönemlere ait hikayeler, yaşanmışlıklar, çığlıklar ve kan kokan imgeler taşıyor.
Birkaç asırdır, kadim bir geçmişse sahip olan Siverek’in tam orta yerinde sessizce, bir anıt mezar gibi var olan ve yerin derinliğinde kaynayan bir suya sahip olan kuyu, aynı zamanda kentin güneyinde bulunan birkaç kuyuyu da besliyor.
Kuyunun varlığı biliniyor ama geçmişi tam bilinmiyor. Hakkında ne bir araştırma yapılmış, ne de geçmişini aydınlatan bir belgeye ulaşılabilmiş. Sadece anlatılanlardan, kuyunun çok eski yıllarda inşa edildiği anlaşılıyor. Hem adının kanla anılması, hem de üzerindeki ağacın yaşı kuyu hakkında bilgi ve ipuçları veriyor bize.
Ne zamandan beri kuyuya kanlı kuyu adı veriliyor bilinmese de, rivayet olunur ki; Osmanlıların, Beyler Beyi olarak göreve getirdiği Kuyucu Murat Paşa döneminden kalma bir isim. Kuyucu Murat Paşa Celali İsyanlarını bastırmak için Osmanlı Padişahları tarafından ihtiyaç duyulan birçok bölgede görevlendirilen, 90 yıldan fazla ömür süren, herkesin Kuyucu Paşa dediği kişi, Boşnak ya da Hırvat olan Devşirme Murat Paşa’dır.
Oldukça sert ve sadist bir kişiliğe sahip olan Paşa kendisince suçlu gördüğü insanların kafalarını kesip, kuyulara atmasıyla tarihe geçmiştir. Ve bu nedenle adı Kuyucu Murat Paşa olarak resmi ve gayri resmi tarihe yazılmıştır.
15 yüzyılın yarısında Kanuni Sultan Süleyman tarafından göreve getirilen Kuyucu Murat Paşa, 90 yıllık ömrü boyunca Osmanlıya hizmet etti, padişahların keskin kılıcı oldu, gözünü budaktan sakınmadı. Daha çok Anadolu, Trablusşam, Yemen ve Mısır’da görev yapsa da, asıl ünü Doğu’yla tanışıklığıyla başlar.
Karaman Beylerbeyinde görevde iken, kendi eyalet askerinin başında olarak Özdemiroğlu Osman Paşa serdarlığı altında İran Seferi’ne katılır. 1585’te Tebriz yakınlarında Hamza Mirza komutanlığı altında bulunan Safevi güçleri ile yapılan savaş sırasına atının ayağı takılıp, derin bir çukura düşmesi sonucu İranlılara esir düşer. Romanlara konu olmuş, ulaşılması çok zor olan Alamut Kalesi’nde üç yıl esir tutulur. 1578-1590 Osmanlı-Safevî Savaşı‘nın 1590’da imzalanan Ferhat Paşa Antlaşması ile sona ermesinden sonra Kuyucu Murat Paşa’nın esirliği biter ve 1590’da İstanbul’a döner. Bir süre dinlendikten sonra yeniden görev verilerek değişik bölge ve coğrafyalarda ‘adına yakışır’ uygulamaları hayata geçirir, sorgusuz – sualsiz, mahkemesiz öldürdüğü insanların kafasını, ibreti alem olsun diye kuyulara atarak hem korkuyu yayar, hem de adının başına Kuyucu lakabının gelmesini sağlar. Bu nedenledir ki adı halk arasında Kuyucu Murat Paşa olarak kalır ve tarihe de öyle geçer. O dönemden kalan, değişik kentlerde bulunan birçok kuyunun adının Kanlı Kuyu olması da ilginçtir.
Kuyucu Murat Paşa’nın kendine buyruk olduğuna dair başka bir örnek de Yemen’de yaşanır.
1576’da Yemen Beylerbeyi’nde görevdeyken büyük kazanç ve servet kazandığı söylentileri yayılır ve bu iddialar nedeniyle 1580’de bu görevden azledilerek İstanbul’a çağrılır. Bütün servetine el konulur, suçlu bulunarak Yedikule Zindanına kapatılır.
Ancak bir süre sonra Anadolu ve Balkanlarda çıkan huzursuzluk nedeniyle bütün suçlarına sünger çekilerek, affedilir ve Şarki Karahisar Sancakbeyi olarak görevlendirilir. Oradan da Trablusşam’a Beylerbeyi olarak gönderilir. Orada düzeni sağladıktan sonra yeniden Anadolu’da ki Celali İsyanlarını bastırmak için göreve getirilir.
Anadolu’nun özellikle batı ve iç bölgelerinde yaşanan irili, ufaklı Celali İsyanlarını bastırır, birçok alanda düzeni sağlar. Ancak doğuda sorun giderek büyümekte, Osmanlının düzeni sağlama gücü kaybolmaktadır. Bunun üzerine doğuda yaşanan huzursuzluğu gidermek, isyanları bastırmak ve Sefavi Devletinin etkisini kırmak için 1610 yılında Beyler Beyi olarak Diyarbakır’a atanır.
Göreve geldiğinde Şia kökenli Sefavi devletinin varlığı Osmanlının sınırlarına dayanmıştır. Doğuda birçok Kürt Beylik Sefavi devletiyle siyasi ve ticari ilişkiler geliştirme eğilimine girmiştir.
Bu nedenle göreve başlar başlamaz bölge genelinde varlığını hissettirmek için bazı önlemler alır, asker sayısını artırır ve yaşanan olaylara el atar. En küçük bir toplumsal harekette kılıcını sallamaktan geri durmaz, en ağır şekilde cezalandırma yöntemlerini devreye koyar. Uzanabildiği her yerde devletin keskin kılıcı olmaya çalışır ve kısa zamanda birçok kentte Kanlı Kuyular inşa ederek, düzeni sağlamaya çalışır.
Görev yürüttüğü Diyarbakır çevresinde yoğunlaşan Kuyucu Paşa bir gün Siverek çevresinde birkaç askeriyle tebdili kıyafet Karacadağ eteklerinde sürülerini otlatan Koçerlere bir yolcu olarak konuk olur. Sürü sahipleri, çobanlar konukların kim olduğunu bilmeden izzeti ikramda bulunur, yemede içmede kusur etmezler. Paşa ağırlanmaktan memnun olurken, Koçerlerin, köylülerin, çevrede yaşayan aşiretlerin kendisi ve Osmanlı hakkında ne düşündüklerini öğrenmek istemektedir. Bu nedenle havadan sudan konuşmalar yapar, sözü dolaştırarak Osmanlıya, Kuyucu Paşa’ya getirir. Koçerler Murat Paşa’nın adını duyunca, yüzleri gerilir, memnuniyetsizliklerini dile getirmekte bir sakınca görmeyerek, Paşa’nın zalimliklerini anlatırlar.
“Paşa bölgeye geldikten sonra, suçlu suçsuz ayrımı yapmadan insanları öldürüyor, kuyulara atıyor. Duyduğumuz, gördüğümüz budur. Adamlarıyla köylere, zozanlara baskın yapıp, zulüm ediyor, insanları öldürüyor. Bazı köyleri yaktığını ve mallarına nedensiz el koyduğunu duyuyoruz. Paşa orada burada yeni kuyular kazarak, insanları içine dolduruyor. Ben Osmanlıyım, Padişah’ın keskin kılıcıyım diyormuş.” demişler.
Bu sözleri duyan Paşa öfkelenmiş ama tebdili kıyafet olduğu için söylenenleri yutmuş, zozanda konuğu olduğu çadırın sahibini, orada bulunanları kim olduklarını öğrenmiş, çevre aşiretler hakkında bilgiler toplamış, yönetim hakkında düşüncelerini öğrenmiş.
Ve yolcu yolunda gerek deyip, arkadaşlarını alıp oradan uzaklaşmış.
Bir süre sonra çok sayıda askerle zozanlara baskın yapmış, İsyancılarına destek veriyorlar diye aralarında çocuk yaşta erkeklerin de bulunduğu çok sayıda kişiyi ellerini kollarını bağlayarak halkın gözü önünde infaz edip, kafalarını ibreti âlem olsun diye en kuyulara atmış olduğu söylenir. Bu gün hala varlığını sürdüren Üç Kuyu Köyünün ismi ve Siverek’te bulunan Kanlıkuyu o dönemden kaldığı kuvvetle muhtemel. Köyde yakın zamana kadar üç tane kuyu vardı ve köy ismini bu kuyulardan alıyordu. Söylenenlerin ne kadarı doğru bilinmiyor, belgelere yansıyıp, yansımadığı, tarihi vesikalarda yer alıp, almadığı da tam bir muamma. Olayın aradan 500 yıl geçmesine rağmen halen söylenmesi, Kanlı Kuyu, Üç Kuyu isminin yaşaması oldukça ilginç ve düşündürücü.
O gün, bu gün adı hala Kanlı Kuyu olarak kalan, 1950-60’larda bir ara Güzel Kuyu adını alsa da hiçbir zaman Güzel Kuyu olmamış, hep Kanlı Kuyu kalmış. Keza Karacadağ eteklerinde kurulan köyün ismi de hala Üç Kuyu…
Bu kuyular araştırmalara, arkeolojik kazılara, incelemeye, teze konu olmuş mudur bilmiyorum, bu konuda herhangi bir belge ve bilgiye ulaşamadım. Tam bir sır kuyusu olarak varlığını sürdüren Kanlı Kuyu öylece sessiz, öylesine derin, bir vahşet abidesi olarak varlığını sürdürüyor.
500 yıllık bir sürecin cansız tanığı olarak tarihin karanlık tünelindeki yerini korumuş, günümüze ulaşmıştır.
Uzunca bir süre itfaiyenin ve çevredeki kahve ve çay ocaklarının su ihtiyacını karşılayan kuyu, 2000 yıllarında belediyece elden geçirilerek, çevresi park haline getirilmiş.
Kentin en merkezi yerinde bulunan ve yıllarca, onlarca miting ve gösteriye ev sahipliği yapan kuyunun adı öylesine kanıksanmış ki, kimse adının neden Kanlı Kuyu olduğunu bile sormaz olmuş. Kuyunun başında ne bir levha var, ne de bir işaret. Öylesine bir kuyu olarak yerinde kapalı duruyor.
Bir zamanlar gelip, geçen kervanların, yolcuların, kent ahalisinin su ihtiyacını karşılayan, adına kan karıştıktan sonra zaman zaman ıssızlaşan, toprak altında sessiz bir zulüm abidesi olarak yaşamaya devam ederek varlığını sürdürür.
Ayrıca Siverek merkezde bulunan Kanlı Kuyu için 1910 yıllarında yaşanan kanlı olaylar için de benzer anlatımlar dile getirilir. Hatta çoğu insan, Kanlı Kuyu ismin 1915 olaylarında yaşanan vahşet günlerinden kaldığını ileri sürer. Aynı şekilde insan bedenlerinin kuyuya atılmış olduğu ifade edilir. Ne acıdır ki şimdiye kadar bunun aksini ispat eden ne çıkmış, ne de yazmış.
Kanlı kuyu meydanla, yaşlı dut ağacıyla, Siverek’le özdeşleşmiş.
Çocukluk ve kısmen gençlik yılları Siverek’te geçen ünlü şiar Ahmed Arif’in bir röportajında Kanlı kuyu ve asırlık ağaçtan bahseder.
“Siverek’te Kanlıkuyu diye bir yer var. Çok eski bir yapı. Büyük kısmı yıkılmış, ama bir tarafı sağlam duruyor. Burada büyük bir dut ağacı var, boyu göklere tırmanmış.”*
Kanlı kuyu ismine başka kentlerde de rastlamak mümkün. Urfa Birecik’te bulunan tarihi kalenin altındaki kuyuya da Kanlı kuyu adı verilir. Buradaki hikâyede de insanların kuyuda katledilmesinden bahsedilmesi başka bir ilginç taraf.
Kuyucu Murat Paşa’nın ölümü de şüpheli ve bilinmezlikle doludur. Diyarbakır’da görev başındayken bir iddiaya göre zehirlenerek öldürülür, serveti de şüpheli görülerek devletin hazinesine kaydedilir. “Aralarında daha önceden husumet bulunan Nasuh Paşa tarafından bir ziyafette zehirletildiği de rivayet edilir. Ölümünden sonra Murat Paşa’nın orduda bulunan bütün erzak, esvap ve 6,5 milyon akçeye ulaşan nakit parası Veziriazam Nasuh Paşa tarafından müsadere edilir.”***
Paşa tartışmalı bir şekilde ölür ya da öldürülür, geriye ise yüzlerce kanlı kuyu ve tarifsiz acılar kalır.
Kaynak:
*Şeyhmus Diken
** İslam Ansiklopedisi
***İslam Ansiklopedisi
****Sabri Çepik